OğuzAtay ’ın kaleme aldığı Bir Bilim Adamının Romanı Türkiye’de yazılmış en başarılı biyografik eserlerden sayılır. Atay romanda hocası Mustafa İnan üzerinden bir devrin siyasi ve sosyal yaşamını da yansıtır. Bir bilim adamının biyografik hayatını roman tekniğine aktarmıştır. Romana ayrıca Mustafa İnan SitenizinTavsiyesi: Koçaklar. Koçaklar 1915-Çanakkale (O. Hasan Bıldırki) OğuzAtay, Mustafa İnan’ı başkalarından da dinledi ve so­ nuç, bu elinizdeki yaşam öyküsü oldu. Şunu da itiraf etmeli­ yim ki, bu sonucun düşlediğim sonuca tam tamına uyduğu­ nu sanmıyorum. Ama ne yapalım ki hayallerimiz hiçbir za­ man tam olarak gerçekleşmiyor. Popüler Haberler 12.10.2020 00:14 | Güncellenme: 26.10.2021 17:01 Oğuz Atay kimdir? Ne zaman, nasıl öldü? Oğuz Atay kimdir? Türk Edebiyatı’nda 'Tutunamayanlar' adlı eseri ile ölümsüzleşen Oğuz Atay sevenleri tarafından bir kez daha anılıyor. TÜRK edebiyatının unutulmaz öykü ve oyun yazarı Oğuz Atay, 85'inci doğum gününde, doğduğu Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde anıldı. 12 Ekim 2019 19:16 / Kültür - Sanat PAYLAŞ cash. Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Oğuz Atay'ın 86. doğum gününe özel Google bir doodle paylaştı. Peki Oğuz Atay kimdir? Oğuz Atay'ın eserleri nelerdir? İşte Oğuz Atay hakkında tüm merak edilenler haberimizde...OĞUZ ATAY KİMDİR?Ülkemizde çok okunan ve sevilen büyük yazarlarımızdan Oğuz Atay, 12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu’da doğdu. Babası hukukçu, bir süre CHP milletvekilliği yapmış olan Mehmet Cemil Atay, annesi Fransız bir anne ve Türk babadan doğma Muazzez Zeki Hanım’dır. 1939’da, babasının milletvekili seçilmesi üzerine ailesiyle Ankara’ya geldi. İlköğrenimine Ankara’da Devrim İlkokulunda başladı. TED Ankara Kolejinden 1951 mezun olduğu yıl devlet olgunluk sınavını kazandı. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi 1957 mezunu. Anayol Mühendislik Şirketinde altı ay mühendis olarak çalıştı. Bu yıllarda Beyoğlu’ndaki Baylan Pastanesine sık sık giderdi. Ferit Edgü, Demir Özlü, Hilmi Yavuz ve Onat Kutlar gibi isimlerle arkadaşlık etti. 1957 Aralık ayında yedeksubay olarak askere gitti. Askerliğin ilk altı ayını İstanbul’da, kalanını Ankara’da geçirdi. Ankara’da geçen bu zamanda Pazar Postası dergisi çevresinde toplanan gençlerle arkadaşlık etti. Ece Ayhan’ın, Korkut Boratav’ın evindeki toplantılara katıldı. Cevat Çapan ve Vüs’at O. Bener ile sıkça birlikte oldu. Mayıs 1959’da askerlik bitince İstanbul’a yıllarında İstanbul’da Denizcilik Bankası İstanbul Şehir Hatları İşletmesinde çalıştı. 1961’de modacı terzi Fikriye Fatma Gürbüz ile evlendi. Bu evlilikten 1962’de Özge adlı bir kızı oldu. 1962’de bir arkadaşı ile bir inşaat şirketi kurdu. Bir yandan da 1960 yılında girmiş olduğu İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümündeki öğretim üyeliğini sürdürdü. Burada topografya ve yol inşaatı dersleri okuttu. 1967’de boşandı. Aynı yıl şirketinin faaliyetini durdurdu. Evliliği bitince birkaç ay babasıyla yaşadı, ardından Beyoğlu civarında bir yere taşındı. Aynı dönemde son on yılında kendisine kader arkadaşlığı yapan Sevin Seydi yaşamına girdi. Meydan Larousse lugat ve ansiklopedisinde redaksiyon ve son okuma işlerini yürüttü 1971-73. 1973 yılında Hürriyet gazetesi için yayımlanan Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi için madde yazarlığı yaptı. 1974’te sanat muhabiri Pakize Kutlu ile evlendi. Oğuz Atay hakkında kapsamlı bir monografi yazmış olan Yıldız Ecevit onun yaşamının üç evreye ayrılabileceğini söyler. Gençlik, evlilik ve yazarlık evreleri. Sonuncu evrede yoğun bir karamsarlık olarak gözlenen ciddi bunalımlar yaşadı. 1975’te doçent oldu. 1976’da hastalandı. Beyninde çıkan bir tümör nedeniyle, bir süre Londra’da tedavi gördü. Bu hastalıktan kurtulamayarak, İstanbul’da öldü. Edirnekapı Şehitliği’ne, annesinin yanına Pazar Postası 1959’da İstanbul’a taşınınca bu dergide imzasız yazılar yazdı, derginin redaksiyon ve tashih işlerini yaptı, 1959 yılında sadece imzalı üç yazısı 12 Temmuz, 19 Temmuz ve 9 Ağustos yayımlandı. Makale ve söyleşileri çeşitli dergilerde yer aldı. 1960 sonrası toplumsal değişim ve aydınların tutumuna eleştiriler getirdiği Tutunamayanlar adlı romanının yayımlanmasından önce TRT’nin 1970 Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülünü kazanmasıyla tanındı. En etkilendiği yazar, Dostoyevski oldu. Edebî kişiliği ve eserleri ölümünden sonra aydın konulu tartışmaların başlıca kaynakları arasında yer aldı. Çok yönlü bir aydın ve modernist bir ya­zar olarak Doğu ve Batı uy­garlıkları arasında sıkışıp kalmış, bir kültürel bunalım ve kimlik arayışı içindeki Cumhuriyet dönemi aydınının ruhsal ve düşünsel sorunlarıyla yayımlanmasının ardından 1930’lardan 1960 sonrasına uzanan dönemde; topluma ilişkin gözlemleri, aydınların yaşamına, toplumsal kurumlara yönelen eleştirileri yüzünden önemli bir tartışmanın merkezini oluşturdu. Öncü bir roman niteliği taşıyan Tutunamayanlar, 1950’li yılların köy romanlarından da, 1960’ların toplumsal kaygıları yoğunlukla öne çıkaran romanlarından farklılaştı. Yazar, bireyi ve bireyin iç dünyasını, iç konuş­ma, diyalog, psikanaliz, hiciv, taklit, parodi, pastiş, yabancılaştırma tekniği olarak alay gibi çeşitli post-modern teknikleri kullanmak suretiyle, romanın merkezine koydu. Metinlerarası ilişkiler bağlamında zengin çağrışımlar yüklü bu romanın ana renklerinden biri ironidir. Yazar, ilgisini özellikle kendileriyle sürekli bir iç hesaplaşma yaşayan bireye yöneltti. Bu süreçte en önemli araçlarından biri “oyun” kavramı oldu. Aynı kavram etrafında örülen ve Tutunamayanlar’ın esintilerini taşıyan Tehlikeli Oyunlar adlı romanında çevresinden kopan aydınların yaşam çıkmazlarını işlemeyi sürdürdü. Bu romanla ilgili amacı “herkesin saldırdığı ve saldırmakta haklı olduğu bir adamla”, “herkesin hor gördüğü bir kadının” macerasını yazmaktı. Bu roman da tıpkı Tutunamayanlar gibi bir iç serüvendir ve Yıldız Ecevit’in ifadesiyle “Bir oluşum romanı; bir Bildungsromandır”; böylece o, adı Hikmet olan erkek karakterini bir ruh çözümlemesine tabi tutarak hepsiyle yüzleşti. Bu kitapta Hikmet gerçekle hayal dünyasının bağdaşmazlığı karşısında yaşamdan vazgeçti. Her iki romanında çeşitli katmanlara bölerek elde ettiği roman dokusunu belirsiz bir senteze kavuşturmayı Bilim Adamının Romanı’nda genç yaşta ölen bilim adamı Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayat hikâyesini kendi tutunamayan perspektifine uydurarak anlattı. Ayrıca Batı uygarlıkları­nı özümsemiş, matematikten edebiyata kadar hemen hemen her alanla ilgili aydın bilim adamı yetiştirmenin önemi de bu romanın alt konularından biri Yaşayanlar adlı oyunu, ölümünden sonra 1979-80 döneminde Devlet Tiyatrolarında daha çok da amatör toplulukların sahnelerinde oynandı. Romanlarında olduğu gibi bu oyunu yazarken de yeni teknikler denedi. Bu oyun, bir yandan sanatla oyunu buluşturan postmodern izlerle, bir yandan da daha evrensel ve klasik denebilecek toplumsal sorunlarla Ruhu adlı, Türk toplumunun kültürel kimlik sorununu ve birey-toplum-devlet ilişkilerini irdelemek istediği tasarısını yazmaya ömrü Beklerken, bazıları korku, güvensizlik, umutsuzluk, yalnızlık, dehşet, suç vb. kavramları kasteden Kafkaesk deyimiyle nitelenebilen öğelerle örülmüş öykülerden oluşur. Yabancılaşma, bu öykülerin kahramanlarının hepsinde gözlenebilir. Ayrıca öykülerde toplumsal baskı karşısında bunalan çağ­daş insanın özgürlük arayışı da yer aldı. Örneğin “Beyaz Mantolu Adam” öyküsünde, bireyin toplum tarafından bir kukla haline getirildiği, bireyin buna isyanı Ecevit, 2014 yılında yayımlanan ve İletişim Yayınları tarafından basılan “Ben Buradayım” adlı eseriyle Oğuz Atay’ın hayatını ATAY’IN KİTAPLARI ve ESERLERİAtay'ın eserleri şöyle "Roman Tutunamayanlar 1971, 1972Tehlikeli Oyunlar 1973Bir Bilim Adamının Romanı 1973Eylembilim tamamlanma­mış,1998Öykü Korkuyu Beklerken 1975Oyun Oyunlarla Yaşayanlar 1979-1980Günlük 1987 Anı Efendi Kaptan Kurtar Bizi 2005Topografya 1970" Oğuz Atay, 12 Ekim 1934’te Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde doğdu. Üç dönem Kastamonu milletvekilli yapmış olan ağır ceza hâkimi Cemil Atay’ın oğludur. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da görmüş, 1957 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun olmuştur. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmıştır. 1975 yılında doçent unvanını kazanan sanatçı eşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayınlamış, 1971 yılında ise Tutunamayanlar ile edebiyat dünyasına girmiştir. 13 Aralık 1977’de, İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Oğuz Atay’ın Edebi Kişiliği Oğuz Atay, edebiyatımızda Postmodernizm akımının öncüsüdür. Roman, hikâye ve tiyatro türlerinde eserler kaleme almıştır. Eserleri birçok edebiyat eleştirmeni ve incelemecisi tarafından incelenen yazar, Türk edebiyatının en etkili isimlerinden biridir. Romanlarında toplumsal değerlerle çatışan, kent yaşamının kalabalığında yalnızlaşan ve yabancılaşan aydınların dramını alaycı bir tutumla anlatmıştır. Batılılaşma sürecinde yerleşik düzenin değer yargılarıyla, zevkleriyle, yaşama biçimiyle uzlaşamayan; topluma yabancılaşan bireylerin yaşamlarını, toplumdan kopuşlarını ve iç çelişkilerini dile getirirken eleştiri, mizah ve ironiden yararlanmıştır. Batılı modern roman tekniği ve farklı anlatım biçimleriyle dikkat çekmiştir. Eserlerinde iç konuşma, bilinç akışı ve hayal-gerçek çatışmasının iç içe olduğu karmaşık bir anlatım ortaya koymuştur. Klasik roman anlayışının anlatım tekniklerini yıkarak hem geleneksel roman anlayışıyla hem de insanı ezen toplumsal değerlerle alay etmiştir. Romanlarında toplumun içinde hep var olan ancak daha önce cesurca irdelenememiş karakterleri anlatmıştır. 1970’te yazdığı ilk romanı “Tutunamayanlar” ile Türk edebiyatında modern ve postmodern tarzda eser veren ilk yazarımız olmuştur. Yazar, kurgusu ve anlatım tekniği önceki romanlarımızdan çok farklı bu eseriyle aynı yıl TRT Roman Ödülü’nü almıştır. Tutunamayanlar’da insanları ezen, yozlaştıran toplumsal düzen ve bu düzenin sahte değerleriyle uyuşmayarak sanata sığınan Selim Işık’ın intiharla sonuçlanan hayat hikayesini ve Selim’in ölüm nedenini araştıran arkadaşı Turgut Özben’in ruhsal dünyasını anlatmıştır. Çağdaş Batı roman tekniğinden, iç konuşma, bilinç akışı gibi yöntemlerden yararlanarak yazdığı romanında küçük burjuva dünyasına ironiyle yaklaşmış ve hayata “tutunamayanlar”ın serüvenini yazmıştır. Koyu bir kötümserliğin hâkim olduğu eserde yazar, güçlü bir ironi ile mensup olduğu çevrenin de eleştirisini yapmıştır. “Tehlikeli Oyunlar” adlı romanında kurulu düzene ayak uyduramayan bir aydının içine düştüğü bunalım sonucunda intihar edişini anlatır. Romanın başkahramanı Hikmet’i ölüme götüren, oyun yazmak amacıyla yaşadığı hayal dünyasıyla gerçeği bağdaştıramayışıdır. Hikmet toplumdaki huzursuzluğun nedenlerini araştırırken karşısında bu huzursuzluğun kaynağı olan yöneticileri bulur. Roman düş ve gerçeğin birbirine karıştığı bir anlatım ve planla kurgulanmıştır. “Bir Bilim Adamının Romanı” adlı eseri biyografik roman tarzındadır. Yazar bu romanında ITÜ inşaat Fakültesinde hocası olan Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını, diğer bir ifadeyle bir halk çocuğunun uluslararası üne kavuşan bir bilim adamı oluşunun zorlu serüvenini toplumsal eleştiri bağlamında anlatmıştır. Oğuz Atay hikayeleri ile de dikkat çekmiş bir yazardır. Romanlarında hâkim olan karamsar hava hikâyelerinde de hissedilmiştir. Oğuz Atay’ın Eserleri Roman Tutunamayanlar Tehlikeli Oyunlar Bir Bilim Adamının Romanı Eylembilim Hikâye Korkuyu Beklerken Tiyatro Oyunlarla Yaşayanlar Postmodern tarzda eser veren ilk yazar olarak nitelendirilen Oğuz Atay’ı hepimiz az çok tanıyoruz. Onun kim olduğunu tam olarak bilmesek bile, malum sosyal medya mecralarındaki paylaşımların altında ismini görüyor, hatta belki de adına bile bakmadan sözlerini paylaşıyoruz. Peki, özellikle de Tutunamayanlar ile akıllarda yer eden yazarın hayat hikayesini ve hakkındaki detayları öğrenemeye ne dersiniz? Babasının isteği üzerine mühendis olduğu için yazın hayatına 35 yaşındayken başlayabilen Oğuz Atay, sadece birkaç eser vermesine rağmen en önemli edebiyatçılarımız arasına girmiştir. Zira onun büyüklüğü; kitaplarının niteliğinden ziyade niceliğinden, üzerinden yıllar geçmesine rağmen kendisine hayran olan okurların sayısının sürekli artmasından kaynaklanmaktadır. Ruhsal çözümlemeleri, iç monologları, anlam arayışları, sorgulamaları, varoluş sorunları, ironisi, düşsel gerçekliği ve dahasıyla Oğuz Atay kimdir öğrenmek istiyorsanız, aşağıdaki yazıyı okuyarak başlangıç yapabilirsiniz. Oğuz Atay Kimdir? Kısaca Bilgi Oğuz Atay kimdir sorusuna kısaca; 1934 Kastamonu doğumlu roman, öykü, hikaye yazarı ve mühendistir, cevabı verilebilir. İçe kapanık bir çocuk olan Oğuz Atay, kitaplarla küçükken tanışmış, annesinin de yönlendirmesiyle sanatın pek çok farklı dalına ilgi duymuştur. Resim ve karikatür çalışmaları yapan yazar, lise yılarında tiyatroya da merak salmış fakat babasının “adam gibi meslek edinmesi gerektiği” düşünceleri ile mühendislik bölümünü bitirmiştir. Askerlik döneminde Vüsat O. Bener ile tanışarak, ilk edebi çevresini edinmiş, hem bir dostu hem de bir akıl hocası olarak gördüğü yazar ve şair Bener’le sık sık görüşmeye başlamıştır. Sonrasında iş hayatına atılmış, ilk evliliğini yapmış ve baba olmuştur. Ufak tefek yazı çalışmaları yapmasına rağmen ilk kitabını 1972 yılında yayımlayabilmiş ve ne yazık ki 1977’de bu dünyadan erkenden göçüp gitmiştir. Kısaca bahsettiğimiz Oğuz Atay’ın çocukluğu, gençliği, üniversite yılları, evlilik hayatı, eserleri ve daha fazlası hakkındaki ayrıntılara aşağıdaki başlıktan ulaşabilirsiniz. 12 Ekim 1934’te Kastamonu, İnebolu’da dünyaya gelmiş Oğuz Atay. Babası Cemil Bey, 3 dönem CHP milletvekilliği yapmış bir hukukçu, onunla daha çok ilgilenen annesi Muazzez Hanım ise bir ilkokul öğretmeniymiş. Ciddi ve otoriter bir baba olan Cemil Bey, oğlunun her zaman kendi istediği gibi yetişmesini istemiş. Mesela; oğlunun film izleyip, roman okumasını zaman kaybı olarak görüyormuş. Ya da benzeri şeyleri gereksiz olarak nitelendiriyormuş. Anne Muazzez Hanım ise tam tersine oğluna şefkatle yaklaşıyor, onu anlayan taraf olmaya çalışıyormuş. Birkaç yıl sonra aileye bir de kız kardeş katılmış. Ve Oğuz Atay, ilgiyi paylaşamayan hemen her tek çocuk gibi kız kardeşi Okşan Ögel’i istememiş. Hatta kardeşini bohça diye tanımlayarak, onun neden hala evde olduğunu sorarmış. Okşan’ı kıskanan Oğuz Atay’ın kardeşiyle ilgili bir diğer anısı da ilkokulda öğretmeninin “kardeşini kıskanan var mı” sorusuna parmak kaldıran tek öğrenci olmasıymış. Anlayacağınız; kıskanç bir ağabey olmasına rağmen hislerini söyleyecek kadar da dürüstmüş tutunamayan yazarımız. Oğuz Atay’ın Memuriyet Dönemi; Okul öncesi hayatı İnebolu’da geçen Atay, babasının 6. dönem milletvekilliğine seçilmesiyle birlikte Ankara’yla tanışmış. 1940 yılında ise evlerinin yakınlarındaki Devrim İlkokulu’na başlamış. Annesinin verdiği eğitimle okuma yazmayı daha önceden öğrenmiş olan çocuk, okula 2. sınıftan başlamış. Çekingen bir çocuk olarak ilkokulu bitiren Atay, ortaokul döneminde ise dünya edebiyatından ünlü isimlerin eserlerine merak salmış. Oscar Wilde, Stendhal, A. J. Cronin, Pitigrilli gibi daha pek çok edebiyatçının kitabını okumuş Oğuz Atay. Ayrıca, daha sonra verdiği bir röportajda da en sevdiği yazarların Kafka ile Dostoyevski olduğunu söylemiş. Lise yıllarında resme ve tiyatroya ilgi duymaya başlayan Oğuz Atay’ın öğretmenleri onu sanat akademisine yönlendirse de o babasının baskısı yüzünden mühendislik okumayı tercih etmiş. Çünkü hem resimde hem de tiyatroda yetenekli olan Atay’ın babasına göre güzel sanatlar karın doyurmak için yeterli değilmiş. Doğru düzgün yaşayabilmek için sözüm ona adam gibi bir meslek edinilmeliymiş. İşte bu nedenle de not ortalamasıyla mezun olduğu Ankara Koleji’nden sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girmiş. Arka sıralarda sessiz sakin bir öğrencilik hayatı geçiren Oğuz Atay, arkadaşı Turhan Tükel sayesinde Marksizm’le tanışmış. Hegel, Lenin gibi isimlerin eserlerini okuyan Oğuz Atay, bu dönemde solcu çevreler içerisine girmiş. Mezuniyetinin ardından 1957’nin Aralık ayında Ankara’ya askere giden genç, Cevat Çapan ve Vüsat O. Bener ile tanışmış. Böylece edebi kişiliklerin ortamlarına dahil olarak Sosyalist-Marksist eğilimli Pazar Postası için yazmaya başlamış. Genellikle çevirilerden oluşan imzasız yazıları yayımlanan Pazar Postası’na; Doğan Avcıoğlu, Orhan Duru, Cemal Süreya, Fethi Naci, Turgut Uyar, Can Yücel, Yılmaz Güney, Fikret Hakan, Attila İlhan gibi isimlerin destek olduğunu da ayrıca belirtmek isterim. 1959’un Mayıs’ında terhis olup İstanbul’a dönen Oğuz Atay, Denizcilik Bankası TAO’da kontrol elemanı olarak işe başlamış. Fakat daha sonra istifa ederek, İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde günümüzde Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi olmuş. Akademik hayatının yanı sıra yazı işlerine de devam eden Atay, Pazar Postası’nın İstanbul’a taşınmasıyla yine aynı derginin ekibinde yer almış. Dergi ekonomik sorunlardan dolayı kapatıldığında, Oğuz Atay arkadaşlarıyla birlikte Olaylar isimli bir dergi çıkartmak için kolları sıvamış. Fakat karşılaşılan engeller neticesinde, planları gerçeğe dönüştürülememiş. Kısa süre sonra, üniversite son sınıftayken tanıştığı Fikrîye Fatma Gürbüz ile görüşmeye başlamış. Uğur Ünel’in de arkadaşı olan genç kadına evlenme teklif eden Atay, 2 Haziran 1961’de Gürbüz ile nikah masasına oturmuş. Bir sene içerisinde de kızları Özge dünyaya gelmiş. Fakat Oğuz Atay, evliliği süresince hep bir şeylerin eksikliğini hissetmiş. Kendisini yeniden kitapların dünyasına kaptırarak, birlikteliğini 6 yıl sürdürebilmiş. 1967 yılında eşinden ayrılan Atay, arkadaşı Uğur Ünel’in eski eşi Sevin Seydi ile yakınlaşarak onunla aynı evde yaşamaya başlamış. Ve birkaç yıl sonra yayımlanacak ilk iki kitabını da bir ressam olan Sevin Seydi’ye ithaf etmiş. Zaten kitabın kapak resmi de Seydi’nin elinden çıkmış. 1970 yılında kitabını bitiren Atay, Tutunamayanlar’ı ilk olarak hem arkadaşı hem de ustası olarak gördüğü Vüsat O. Bener’e okutmuş. Aynı yıl TRT Roman Ödülü’nü kazanan yazarın kitabı ilk kez 1972’de yayımlanmış ama beklenen ilgiyi görmemiş. Kitabın gerçek değeri ancak Atay’ın vefatından sonra anlaşılmış, özellikle de yazarın hayali arkadaşı Olric’li diyalogları insanların en sevdiği alıntılar haline gelmiş. İlk Eşi ve Kızı ile Birlikte; 1969 ile 1972 yılları arasında Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi’de son okuyucu olarak çalışan Atay, Tutunamayanlar’ın hemen ardından Tehlikeli Oyunlar’ı yazarak 1973’te ikinci kitabını yayımlamış. Romandaki başkarakter Hikmet Benol de tıpkı Selim Işık ve Turgut Özben gibi sorgulayıp anlam aramaya çalışan kişilerdir. İlki gibi ikincisi de fazla ilgi görmeyen romanından sonra, Pakize Kutlu ile yakınlaşarak 1974 yılında Kutlu’yla ikinci evliliğini yapmış. 1975 yılında ailesinin isteği üzerine eski hocası Prof. Dr. Mustafa İnan’ın biyografisini yazarak yayımlamış. Aynı yıl Korkuyu Beklerken isimli öykü kitabı ile Oyunla Yaşayanlar isimli tiyatro oyununu kaleme almış. Eserleri post modern olarak nitelendirilen yazari yarım kalan kitabı Eylembilim’den ise 1976 tarihli günlüğünde bahsetmiş. Bu sıralarda sürekli rahatsızlanmaya başlayan Atay’ın beyninde iki adet tümör olduğu anlaşılmış. Tedavi olmak için Londra’ya giden yazar, 22 Aralık’ta Atkinson Morley’s Hospital’a yatırılmış. Burada bir dizi ameliyat geçirmesine rağmen, tümörlerden yalnızca bir tanesi alınabilmiş. Tedavinin ardından Türkiye’ye geri dönen Oğuz Atay, 13 Aralık 1977’e kadar dayanabilmiş. Ve ünlü kişiliğin son gecesinde söylediği son sözlerinde bile muziplik yapmış. Şöyle ki Atay, 13 Aralık’ta bir dostlarının evinde arkadaş grubuyla birlikteymiş. Banyoya gittikten sonra bir süre çıkmayan Atay’ı merak eden arkadaşlarının ona seslenmeleri üzerine yazar, “Sevinmeyin, daha ölmedim.” diye cevap vermiş. Rahatlayan dostları bu sözler karşısında gülüşseler de kısa süre sonra Atay’ın o banyoda hayatını kaybettiği anlaşılmış. 44 yaşında hayata veda eden edebiyatçının cenaze töreni ise 15 Aralık 1977’de yapılarak, naaşı Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’ne defnedilmiş. Ölümünden yıllar sonra da günlüğü ve yarım kalmış kitabı Eylembilim yayımlanmış. Ve hayattayken istediği gibi anlaşılamayan yazarın eserleri, bu dünyaya veda ettikten sonra gittikçe daha çok popülerlik kazanmış. Postmodern tarzda eser veren ilk yazar olarak nitelendirilen Oğuz Atay’ın kitapları, yıllar içinde defalarca basılmış. Ayrıca eleştiri, mizah ve ironi barındıran eserler veren başarılı kişilik için 2007 yılında Oğuz Atay Edebiyat Ödülleri verilmeye başlanmış. Oğuz Atay Eserleri Yukarıda da belirttiğim gibi Oğuz Atay, geç başladığı yazın hayatına erkenden veda ettiği için çok fazla eser verememiştir. Fakat yine de en çok okunan yazarlardan bir tanesi olmuştur. Aşağıdaki başlıklardan Oğuz Atay’ın kitapları hakkında kısaca bilgi edinebilirsiniz. Tutunamayanlar 1972 İlk kez 1972 yılında yayımlanan Tutunamayanlar, postmodern edebiyatın ilk örnekleri arasında gösterilmektedir. Modern şehir hayatı içerisindeki bireyin yalnızlığını, topluma ayak uyduramayışını vurgulayan kitap için Oğuz Atay “Tutunamayanlar ile insanı anlatmayı düşündüm” demiştir. Kitaptaki başlıca karakterler, Atay’ın kendi hayatındaki kişilerden ilham alarak yarattığı Selim Işık, Turgut Özben, Süleyman Kargı ve diğerleridir. Atay en iyi kitaplar listesi arasında da yer alan kitabında; Turgut Özben’in arkadaşı Selim Işık’ın intiharından sonra onu tanımak için verdiği uğraşları ve Selim’in tutunamayan karakterini nasıl olup da göremediğini iç monologlar, düşsel ögeler ve ironilerle anlatmaktadır. Hele de Turgut Özben’in kafasının içindeki Olric ile kurduğu diyalogları, günümüzde en sevilen kitap alıntıları haline gelmiştir. Tehlikeli Oyunlar 1973 Romanın kahramanı Hikmet Benol, gerçekleri araştırırken, bu şekilde davranmanın toplumu yönetenlerin dikkatini çektiğini anlamıştır. Bu nedenle de oyun oynuyormuş gibi davranmaya başlıyor. İç konuşmalar ve imgelerle dolu olan roman, ayrıca tiyatroya da uyarlanmış, postmodernizmin ilk örneği olarak kabul edilmiştir. Bir Bilim Adamının Romanı 1975 1975 yılında yayımlanan Bir Bilim Adamının Romanı, en iyi biyografi – otobiyografi kitapları listesinde ilk sıralarda yer almaktadır. Mustafa İnan’ın hayat hikayesinin anlatıldığı kitapta, başarılı kişiliğin çektiği zorluklar, azmi ve nasıl bir bilim adamı olduğu, Oğuz Atay’ın kendine has üslubuyla okuyucuya ulaştırılıyor. Korkuyu Beklerken 1975 Sekiz hikayeden oluşan bu öykü kitabı, 1975 yılında yayımlanmış. Beyaz Mantolu Adam isimli öyküyle başlayan kitap, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup ve Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya isimli hikayelerden oluşmaktadır. Oğuz Atay’ın bu eseriyle ilgili bir diğer bilgi ise Beyaz Mantolu Adam öyküsünü kısa film olarak çekmesi ve film kaybolmasıdır. Oyunlarla Yaşayanlar 1975 Oğuz Atay’ın yazmış olduğu tek tiyatro oyunudur. Hayattayken sahnelenmesini çok istemiş ancak bu isteği gerçekleşmemiştir. Ölümünden sonra sahnelenen bu oyundaki karakterler hayatı bir nevi oyunmuş gibi görürler. Olay döngüsü, emekli bir tarih öğretmeni olan Coşkun ve ailesi etrafında ilerlemekte, Oğuz Atay ironisi ve zekasıyla izleyiciye romanlarında yaşattığı aynı hisleri yaşatmaktadır. Günlük 1987 1987 yılında yayımlanan günlük ise Oğuz Atay’ın düzenli olmasa da 7 yıl boyunca yazdığı notlarından oluşmaktadır. Okunduktan sonra Oğuz Atay’a olan hayranlığı arttıran Günlük, yazarı daha yakından tanımak isteyenlerin kesinlikle okuması gereken bir kitaptır diyebilirim. Günlüğüne, o zamanlar birlikte olduğu Sevin’in yurt dışına çıkmasından dolayı yalnız hissettiğini belirterek başlayan yazar, son sayfalarda ise hastalığından ve geç başlayıp erken bırakmak zorunda kalışlarından bahsetmiştir. Eylembilim 1998 Oğuz Atay’ın tamamlanmamış eseridir. İlk kez 1998 yılında yayımlanmış olup, Oğuz Atay’a özgü ironinin bütün inceliklerini içermektedir. Gerçi Eylembilim ilk kez Günlük’te yer almıştır. Fakat 1998 yılında eserin 74 sayfası daha bulunduğunda, ayrı bir kitap olarak yayımlanmıştır. Üniversitede profesörlük yapan Server Gözbudak’ın başkahraman olduğu romanda, sağ – sol çatışmaları, doğrular, yanlışlar ele alınmaktadır. Oğuz Atay Sözleri Oğuz Atay’ın sözlerini paylaşmadan bu yazıyı nasıl bitirebilir ki, değil mi? İşte çoğumuzun düşüncelerine ayna tutan Oğuz Atay sözleri Ve her defasında bırakmak zorunda kaldık… Ne yaparsan yap, acı kaçınılmazdır. Ve en iyi kitap alıntıları arasında da yer alan bir Oğuz Atay sözü daha. Düşünceleri yüzünden acı çektiğini anlatan yazar, onları cam kırıklarına benzetmiştir. Hangimiz duymuyoruz ki o özlemi? Tamam, herkesin özlem nedeni farklı belki ama sonuç hep aynı. Tutunamayanlar’ın en çok tutulan alıntılarından bu da! 44 yaşında hayata veda eden Oğuz Atay, tutunamayanların düşüncelerini kaleme almış, modern yaşamın içinde kaybolmuşların hislerini tercüme etmiştir. Her eserinde farklılığını ortaya koyan Atay, yaşıyorken hak ettiği değeri görememiş ama daha sonra en çok okunan yazarlardan biri olmuştur. Google Türk roman, öykü ve oyun yazarı Oğuz Atay'ı doğum gününde unutmadı ve doodle yaptı. Bu gelişmenin hemen ardından ünlü yazarı tam olarak tanımayanlar 'Oğuz Atay kimdir?' sorusunu sorup yazarların eserlerini merak etmeye ATAY KİMDİR?Ülkemizde çok okunan ve sevilen büyük yazarlarımızdan Oğuz Atay, 12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu’da doğdu. Babası hukukçu, bir süre CHP milletvekilliği yapmış olan Mehmet Cemil Atay, annesi Fransız bir anne ve Türk babadan doğma Muazzez Zeki Hanım’dır. 1939’da, babasının milletvekili seçilmesi üzerine ailesiyle Ankara’ya geldi. İlköğrenimine Ankara’da Devrim İlkokulunda başladı. TED Ankara Kolejinden 1951 mezun olduğu yıl devlet olgunluk sınavını kazandı. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi 1957 mezunu. Anayol Mühendislik Şirketinde altı ay mühendis olarak çalıştı. Bu yıllarda Beyoğlu’ndaki Baylan Pastanesine sık sık giderdi. Ferit Edgü, Demir Özlü, Hilmi Yavuz ve Onat Kutlar gibi isimlerle arkadaşlık etti. 1957 Aralık ayında yedeksubay olarak askere gitti. Askerliğin ilk altı ayını İstanbul’da, kalanını Ankara’da geçirdi. Ankara’da geçen bu zamanda Pazar Postası dergisi çevresinde toplanan gençlerle arkadaşlık etti. Ece Ayhan’ın, Korkut Boratav’ın evindeki toplantılara katıldı. Cevat Çapan ve Vüs’at O. Bener ile sıkça birlikte oldu. Mayıs 1959’da askerlik bitince İstanbul’a yıllarında İstanbul’da Denizcilik Bankası İstanbul Şehir Hatları İşletmesinde çalıştı. 1961’de modacı terzi Fikriye Fatma Gürbüz ile evlendi. Bu evlilikten 1962’de Özge adlı bir kızı oldu. 1962’de bir arkadaşı ile bir inşaat şirketi kurdu. Bir yandan da 1960 yılında girmiş olduğu İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümündeki öğretim üyeliğini sürdürdü. Burada topografya ve yol inşaatı dersleri okuttu. 1967’de boşandı. Aynı yıl şirketinin faaliyetini durdurdu. Evliliği bitince birkaç ay babasıyla yaşadı, ardından Beyoğlu civarında bir yere taşındı. Aynı dönemde son on yılında kendisine kader arkadaşlığı yapan Sevin Seydi yaşamına girdi. Meydan Larousse lugat ve ansiklopedisinde redaksiyon ve son okuma işlerini yürüttü 1971-73. 1973 yılında Hürriyet gazetesi için yayımlanan Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi için madde yazarlığı yaptı. 1974’te sanat muhabiri Pakize Kutlu ile evlendi. Oğuz Atay hakkında kapsamlı bir monografi yazmış olan Yıldız Ecevit onun yaşamının üç evreye ayrılabileceğini söyler. Gençlik, evlilik ve yazarlık evreleri. Sonuncu evrede yoğun bir karamsarlık olarak gözlenen ciddi bunalımlar yaşadı. 1975’te doçent oldu. 1976’da hastalandı. Beyninde çıkan bir tümör nedeniyle, bir süre Londra’da tedavi gördü. Bu hastalıktan kurtulamayarak, İstanbul’da öldü. Edirnekapı Şehitliği’ne, annesinin yanına Pazar Postası 1959’da İstanbul’a taşınınca bu dergide imzasız yazılar yazdı, derginin redaksiyon ve tashih işlerini yaptı, 1959 yılında sadece imzalı üç yazısı 12 Temmuz, 19 Temmuz ve 9 Ağustos yayımlandı. Makale ve söyleşileri çeşitli dergilerde yer aldı. 1960 sonrası toplumsal değişim ve aydınların tutumuna eleştiriler getirdiği Tutunamayanlar adlı romanının yayımlanmasından önce TRT’nin 1970 Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülünü kazanmasıyla tanındı. En etkilendiği yazar, Dostoyevski oldu. Edebî kişiliği ve eserleri ölümünden sonra aydın konulu tartışmaların başlıca kaynakları arasında yer aldı. Çok yönlü bir aydın ve modernist bir ya­zar olarak Doğu ve Batı uy­garlıkları arasında sıkışıp kalmış, bir kültürel bunalım ve kimlik arayışı içindeki Cumhuriyet dönemi aydınının ruhsal ve düşünsel sorunlarıyla yayımlanmasının ardından 1930’lardan 1960 sonrasına uzanan dönemde; topluma ilişkin gözlemleri, aydınların yaşamına, toplumsal kurumlara yönelen eleştirileri yüzünden önemli bir tartışmanın merkezini oluşturdu. Öncü bir roman niteliği taşıyan Tutunamayanlar, 1950’li yılların köy romanlarından da, 1960’ların toplumsal kaygıları yoğunlukla öne çıkaran romanlarından farklılaştı. Yazar, bireyi ve bireyin iç dünyasını, iç konuş­ma, diyalog, psikanaliz, hiciv, taklit, parodi, pastiş, yabancılaştırma tekniği olarak alay gibi çeşitli post-modern teknikleri kullanmak suretiyle, romanın merkezine koydu. Metinlerarası ilişkiler bağlamında zengin çağrışımlar yüklü bu romanın ana renklerinden biri ironidir. Yazar, ilgisini özellikle kendileriyle sürekli bir iç hesaplaşma yaşayan bireye yöneltti. Bu süreçte en önemli araçlarından biri “oyun” kavramı oldu. Aynı kavram etrafında örülen ve Tutunamayanlar’ın esintilerini taşıyan Tehlikeli Oyunlar adlı romanında çevresinden kopan aydınların yaşam çıkmazlarını işlemeyi sürdürdü. Bu romanla ilgili amacı “herkesin saldırdığı ve saldırmakta haklı olduğu bir adamla”, “herkesin hor gördüğü bir kadının” macerasını yazmaktı. Bu roman da tıpkı Tutunamayanlar gibi bir iç serüvendir ve Yıldız Ecevit’in ifadesiyle “Bir oluşum romanı; bir Bildungsromandır”; böylece o, adı Hikmet olan erkek karakterini bir ruh çözümlemesine tabi tutarak hepsiyle yüzleşti. Bu kitapta Hikmet gerçekle hayal dünyasının bağdaşmazlığı karşısında yaşamdan vazgeçti. Her iki romanında çeşitli katmanlara bölerek elde ettiği roman dokusunu belirsiz bir senteze kavuşturmayı Bilim Adamının Romanı’nda genç yaşta ölen bilim adamı Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayat hikâyesini kendi tutunamayan perspektifine uydurarak anlattı. Ayrıca Batı uygarlıkları­nı özümsemiş, matematikten edebiyata kadar hemen hemen her alanla ilgili aydın bilim adamı yetiştirmenin önemi de bu romanın alt konularından biri Yaşayanlar adlı oyunu, ölümünden sonra 1979-80 döneminde Devlet Tiyatrolarında daha çok da amatör toplulukların sahnelerinde oynandı. Romanlarında olduğu gibi bu oyunu yazarken de yeni teknikler denedi. Bu oyun, bir yandan sanatla oyunu buluşturan postmodern izlerle, bir yandan da daha evrensel ve klasik denebilecek toplumsal sorunlarla Ruhu adlı, Türk toplumunun kültürel kimlik sorununu ve birey-toplum-devlet ilişkilerini irdelemek istediği tasarısını yazmaya ömrü Beklerken, bazıları korku, güvensizlik, umutsuzluk, yalnızlık, dehşet, suç vb. kavramları kasteden Kafkaesk deyimiyle nitelenebilen öğelerle örülmüş öykülerden oluşur. Yabancılaşma, bu öykülerin kahramanlarının hepsinde gözlenebilir. Ayrıca öykülerde toplumsal baskı karşısında bunalan çağ­daş insanın özgürlük arayışı da yer aldı. Örneğin “Beyaz Mantolu Adam” öyküsünde, bireyin toplum tarafından bir kukla haline getirildiği, bireyin buna isyanı Ecevit, 2014 yılında yayımlanan ve İletişim Yayınları tarafından basılan “Ben Buradayım” adlı eseriyle Oğuz Atay’ın hayatını VE ESERLERİTutunamayanlarKorkuyu BeklerkenBir Bilim Adamının Romanı Tehlikeli OyunlarOyunlarla Yaşayanlar Günlük EylembilimOĞUZ ATAY SÖZLERİYalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?İçimden şehirler geçiyor, sen her durakta duruyor, her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?Zaten senin hiçin’ fesat…Koca bir ömrü harcamak dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim ben. değil Olric! Ne efendimiz. Elleri Olric sırlarını bakmasını bilene sadece bir hayal ürünüsün Olric. Siz gerçeksiniz de ne oluyor birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur…İki kadına adamak istiyorum hayatımı. Biri “erkeğim” desin bana, diğeri sadece göstermem üzüntümü. Gündüz gülerim, geceleri yalnız ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim çok sevdiği halde neden her defasında terkedilir. Ve beklenenler, neden hep vazgeçildikten sonra bilmezsiniz albayım, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler zoruma gidiyor biliyor musun Olric? O’na yazdıklarımı o’ndan başka herkes musun Olric. Artık yalnızlığı bile çok seviyorum, sırf onun eseri diye… mi dersin Olric. Gelmez, gelemez efendimiz. Neden Olric. Yüreği o kadar büyük sevemez de ondan kaç kez ıskalayacağız hayatı Olric. Oklarımız bitene kadar yalnızlıktan şikayetçidir ki insan. Ne yani, mutlu olması için bir sevgiliye mi muhtaçtır her musun Olric, benim birçok dostum var. Görüyorum efendimiz, hepsinin sırtınızda izleri bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç kimseyi anlamıyorum. İnsanların arasına karışıp onlara uyduğum için de kendimden nefret ve sebepsiz sevdim seni. Çünkü bir sebebi olsa, aşk olmazdı bunun başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda evladım’ diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da seviyorum ve yalnız seni görüyorum. Seninle ilgiliyim başka her şeyi unutuyorum. Sözün gelişi değil bu; ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum…İnsanlar bozuk para gibidir. İki seçenek vardır; yazı ya da tura. Bir yüzünü gösterirken bize diğer yüzünü zaman çekişmek nasıl bir şey bilir misin Olric? Hayır efendimiz, nasıl bir şey . Ona söyleyebileceğin o kadar şey varken susmaktır yerde söz biter. İki kişi karşılıklı kendini tekrarlamaya başlar. Yeni başlayan ilişkiler bile eskir böylece. Hemen kaçacaksın ki aklın orada çekilerken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu dostum ben en acıklı anlarımda bile güldürücü sözler bulan bir insanım, kendime acımam yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazılmışlar oysa. Ben kurşun kalem silgisiydim, azaldığımla gelecek planlarımı hayattan gizli yapıyorum. Sanki hayat, işini gücünü bırakıp planlarımı bozmak için her şeyi bir şans daha verme, sevgine layık olmayana. Merak etme, aşk yürek işidir ve yüreği olmayanın kalbi kırılmaz seviyorsa kaybetmekten korkar. Kıskançlık da bir kaybetme korkusudur. Kıskanmıyorsa eğer; yeterince bırak artık diyordun ya bana, ben de bırakmıyordum. Çünkü senin, benim için üzülüyor olmana içten içe koyulurken, “Bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye anne’ denir. Ve o her şeye bizim bütün güzelliğimiz, yaşadıklarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti. bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde, kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler dindirdi acıyı ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü, dayanılmaz anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için on bin kitap okumuş olmayı isterdim dedi. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek; seni tanıdığıma çok sevindim kendi nedir bilir misin Olric? Nedir efendimiz? Ağaçları kesip onlardan kâğıt yapan sonra da o kâğıtlara “ağaçları koruyunuz” silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını yükseğe çıkamam; bende yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam; bende alçaklık’ korkusu ölmek nefessiz kalmaktır; ne de yaşamak nefes almaktır. Yaşamak; sevilmeyi hak eden birine yaşamını tehlikeli kelime ama’dır. Önceden söylenen her söylemi veya kelimeyi öldürür! Mesela, seni seviyorum ama gibi…Bize öğretilen her söze inandık, yasaktır dendi kandık, hep girilmez levhalarına aldandık, bu tutulan yol yanlıştır bazı insanlar vardır; en çamurlu yerlerden bile kolalı beyaz gömleklerini ve açık renk pantolonlarını kirletmeden çıkarlar. Böyle adamlar hayatta başarıya bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme yaralar efendim? Tutunurken öyle oldu Olric. Ya yüreğindeki yaralar efendim? Tutulurken öyle oldu Olric! Peki ya gözlerindeki suskunluk; ne efendim. Hiç dokunma. Sus senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının Tarzan’ı! Yemeye geldim seni. Benden kurtulamazsın. Ben, senin vicdan azabınım!Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur…Beni anlamalısın çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, ne de yaşadıklarını silebilmek. Önemli olan, ilk defa değil son defa acıyı biriktirmeyi seversin Olric. Sen biriktirmeyi seversin. Hadi devam et şimdi, kuru yaprakları. Deniz taşlarını. Gözyaşını. Sorulamamış soruları. Senden kalan sesleri. Yaşanamamış paylaşılmışlıkları. Birlikte harcamak üzere kalbinde biriktirilmiş zamanları ve hüznü. Ve özlemi al yalnızlığımı ört üzerine Olric. Belki o vakit bırakıp her şeyi. Gelirim bir yerlerden başlamak için yeniden…İlk çekingenlikler ne kadar tatlıdır. Oysa insan, bu beceriksizlikleri bir an önce yenmeye çalışır. Bütün gücüyle büyüyü bozmak, buzları kırmak için düzmece oyun sona ermeli. Kendi benliğimizi bulmalıyız. Yol verip yakarmaktan vazgeçmeliyiz. Rüyalarımızı gerçekleştirmeye çalışmamalıyız, gerçekleri rüya yapmalıyız. Çelişiksiz dikensiz ve düzgün rüyalarımızı yaşamalıyız. Sözümüzün eri olmalıyız kırılacak kafaları kırmalıyız. Bize acınmadığı için başkaları anlamaz sevgi. Başkalarının aklı başkadır. Bu yüzden ikimizi hep garip bakışlarla süzmüşlerdir. Şimdi beni de garip, bakışlarla süzenler var. Ben onlara aldırmıyorum. İnsanların beni beğenip beğenmemeleri umurumda değil artık. Ben kendimi tanımakla ilgiliyim. Roman, oyun ve öykü yazarı olarak ön plana çıkan Oğuz Atay, 12 Ekim 1934'te Kastamonu İnebolu'da dünyaya geldi. 1951'de Ankara Maarif Kolejini, 1957'de de İTÜ İnşaat Fakültesini Atay, üniversite öğreniminden sonra İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesinin İnşaat Bölümünde öğretim üyesi oldu. 1975'te doçent unvanını aldı. Öykü ve yazıları "Yeni Dergi" ve "Soyut"ta yayımlandı. Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde makale ve söyleşileri yayımlandı. "Topografya" isminde bir de mesleki kitap yazdı. Oğuz Atay, kendisine ün kazandıran romanı olan "Tutunamayanlar"ı 1971-1972'de yayımladı. Bu romanıyla 1970 TRT Roman Ödülü'nü kazandı. "Tehlikeli Oyunlar" adlı ikinci önemli romanını da 1973'te yayımladı. Oğuz Atay, roman türünün yanında öykü türünde de önemli yapıtlara imza attı. Hikâyelerini "Korkuyu Beklerken" adı altında bir araya getirdi. Prof. Dr. Mustafa İnan'ın hayatını konu alan "Bir Bilim Adamının Romanı" eserini 1975'te yayımladı. 1973'te yayımlanan "Oyunlarla Yaşayanlar" ismindeki oyunu devlet tiyatrosunca sahnelendi. Beyninde çıkan tümör nedeniyle büyük bir proje olarak gördüğü "Türkiye'nin Ruhu"nu yazamayan Oğuz Atay, 13 Aralık 1977'de İstanbul'da hayatını kaybetti. Cenazesi, Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı'na defnedildi. Oğuz Atay, öldükten sonra sanatı anlaşılan sanatçılar arasında yer alır. Ölümünden sonra eserleri büyük ilgi gördü ve defalarca kez basıldı. Yine önemli yapıtları arasında yer alan "Günlük" 1987'de; "Eylembilim" de 1998'de yayımlanır. "Korkuyu Beklerken" eseri 2008'de; "Tehlikeli Oyunlar" romanı 2009'da "Bir Bilim Adamının Romanı" eseri de 2012'de tiyatroya uyarlanarak sahneye alınır. Edebi Kişiliği Modernizmi esas alan sanatçılardan olan Oğuz Atay, postmodernizmin de edebiyatımızdaki öncülerindendir. Türk edebiyatında modern Batı romanı ve hikâyeleri tarzında en güzel eser veren yazarlar arasında yer alır. Eserlerinde toplum kurallarıyla çatışan aydınların iç dünyalarını ustalıkla kaleme alır. Modern insanın bunalımı, yalnızlığı, toplumun aksayan yönleri, burjuvazi görüşe ferdin başkaldırışı eserlerinde işlenen konular olarak öne çıkar. Yapıtlarında ele aldığı konuları ironi bir tarzla işler. Yapıtları ayrıca eleştiri ve mizah içerir. Postmodern bir anlayışla yazdığı "Tutunamayanlar" eseri ona büyük ün kazandırır. Bu romanda küçük burjuva düzenini ve Türk aydınının acıklı güldürüsünü işler. "Tutunamayanlar" aynı zamanda Türk edebiyatında ilk modernist roman örneğidir. Oğuz Atay bu romanla 1970'te TRT roman ödülünü kazanır. Bu romanda, modern şehir hayatı içinde topluma yabancılaşmış yalnız insanları, burjuva düzenine ayak uyduramayanları kaleme alır. "Tehlikeli Oyunlar", Tutunamayanlar'ın devamı niteliğindedir. Eserin başkahramanı olan "Hikmet" bir oyun yazarıdır. Hikmet, Gerçek ben'ine ulaşmak için kendisiyle hesaplaşır. Üniversitede hocası olan Mustafa İnan'ın hayatını "Bir Bilim Adamının Romanı" eserinde anlatır. Eser, biyografik roman özelliği taşır. Fakir bir ailenin çocuğu olan Mustafa İnan'ın uluslararası tanınan bir bilim adamı olmasına ve bütün zorluklara rağmen erdem ve ahlakından hiçbir şey kaybetmemesine dikkatleri çeker. Eser, aynı zamanda bilimsel konuların romana taşındığı bir ilki oluşturur. "Günlük" eserinde dünyadaki mevcut toplumla entelektüelleri ele alır. "Korkuyu Beklerken" öykü tarzında kaleme aldığı eseridir. Eserde psikolojik çözümlemelere ağırlık verir. Eserleri Roman Tutunamayanlar Tehlikeli Oyunlar Eylembilim Bir Bilim Adamının Romanı Öykü Korkuyu Beklerken OyunOyunlarla Yaşayanlar Ayrıca bakınız Öz Saf Şiir Anlayışını Sürdüren Şiir Serbest Nazım ve Toplumcu Gerçekçi Şiir Milli Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir Memleketçiler Birinci Yeni Garipçiler Garip Dışında Yeniliği Sürdüren Şairler Maviciler Hisarcılar İkinci Yeni Şiiri 1960 Sonrası İkinci Yeni Sonrası Toplumcu Şiir 1980 Sonrası Türk Şiiri Cumhuriyet Döneminde Halk Şiiri Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Anlatmaya Bağlı Metinler Hikâye-Roman Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Göstermeye Bağlı Metinler Tiyatro Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Öğretici Metinler Ayrıca bakınız

oğuz atay kimdir edebi kişiliği