Busureye « Melaike» Suresi de denilmiştir. İbn Abbas Ka-tade'den gelen rivayete göre bu sure Mekkî'dir. Meoma'ul-Beyan' da «Hasan, Mekkî olduğunu söylemiştir. Ancak 29, 30 ve 32. ayetleri istisna etmiştir» denilmektedir. Bu sure gerek «Fahr» kelimesini, gerekse «Melaike» kelimesini birinci ayetten almıştır.
Ayetinin Arapçası: Vâkıa Suresi 32. Ayetinin Meali (Anlamı): Bol bol meyveler arasında yaşarlar. Vâkıa Suresi 32. Ayetinin Tefsiri: Ashâb-ı yemîn denilen uğurlu, bahtlı mü’minlere verilecek nimetler de şöyle sıralanır: اَلسِّدْرُ (sidr), Arabistan kirazı, مَخْضُودٌ (mahdûd), dikenleri silinmiş
İştebu, büyük fazl (-u kerem) in ta kendisidir. Sonra o kitâbı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (senin ümmetine) mîras verdik. Artık onlardan nefsine zulmeden de var, içlerinden muktesid (orta yolda giden) de var. Bir de onlardan Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçen var. (1) İşte büyük lütûf budur!
cash. Fatır Suresini okuyabilir ve faziletlerine nail olabilirsiniz. Fatır suresinin Tefsirine, Mealine, Arapça ve Türkçe okunuşuna, Türkçe anlamına yazımızdan SURESİ HAKKINDA BİLGİLERMekke döneminde inmiştir. 45 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen "Fâtır" kelimesinden almıştır. Fâtır, yaratan, yoktan var eden demektir. Yine ilk âyette geçen "el-Melâike" kelimesinden dolayı "Melâike sûresi" diye de anılır. Sûrede başlıca, Allah'ın varlığına ve birliğine işaret eden kâinat olayları, öldükten sonra dirilme, Allah'ın nimetleri ve mü'minle kâfir arasındaki fark konu SURESİ NUZÜLMushaftaki sıralamada otuz beşinci, iniş sırasına göre kırk üçüncü sûredir. Furkan sûresinden sonra, Meryem sûresinden önce Mekke'de SURESİ KONUSUAllah'ın yaratıcılığı, O'ndan başka tanrı bulunmadığı ve şirkin çarpık düşüncelere dayalı bir zihniyet ve tutum olduğu, Hz. Muhammed'in önceki peygamberler gibi Allah katından mesaj getirmiş hak peygamber olduğu, öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceği ve dünyadaki amellerin karşılığının âhirette mutlaka görüleceği açıklanmakta, Cenâb-ı Allah'ın kudretinin delillerinden örnekler SURESİ ARAPÇASIFATIR SURESİ OKUNUŞUBismillahirrahmanirrahim1 - Elhamdü lillahi fatıris semavati vel erdı caılil melaiketi rusülen ülı ecnihatim mesna ve sülase ve ruba' yezıdü fil halkı ma yeşa' innellahe ala külli şey'in kadır2 - Ma yeftehıllahü lin nasi mir rahmetin fe la mümsike leha ve ma yümsik fe la mürsile lehu mim ba'dih ve hüvel azızül hakım3 - Ya eyyühen nasüzküru nı'metellahi aleyküm hel mim halikın ğayrullahi yerzükulüm mines semai vel ard la ilahe illa hüve fe enna tü'fekun4 - Ve iy yükezzibuke fe kad küzzibet rusülüm min kablik ve ilellahi türceul ümur5 - Ya eyyühen nasü inne va'dellahi hakkun fe la teğurrannekümül hayatüd dünya ve la yeğurranneküm billahil ğarur6 - İnneş şeytane leküm adüvvün fettehızuhü adüvva innema yed'u hızbehu li yekunu min ashabis seıyr7 - Ellezıne keferu lehüm azabün şedıd vellezıne amenu ve amilus salihati lehüm mağfiratüv ve ecrun kebır8 - E fe men züyyine lehu suü amelihı fe raahü hasena fe innellahe yüdıllü mey yeşaü ve yehdı mey yeşaü fe la tezheb nefsüke aleyhim haserat innellahe alımüm bima yasneun9 - Vallahüllezı erseler riyaha fe tüsıru sehaben fe suknahü ila beledüm meyyitin fe ahyeyna bihil erda ba'de mevtiha kezaliken nüşur10 - Men kane yürıdül ızzete fe lillahil ızzetü cemıa ileyhi yas'adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezıne yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedıd ve mekru ülaike hüve yebur11 - Vallahü halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme cealeküm ezvaca ve ma tahmilü min ünsa ve la tedau illa bi ılmih ve ma tahmilü min ünsa la tedau illa bi ılmih ve ma yüammeru min müammeriv ve la yünkasu min umurihı illa fı kitab inne zalike alellahi yesır12 - Ve ma yestevil bahrani haza azbün füratün saiğun şerabühu ve haza milhun ücacve min küllin te'külune lahmen tariyyev ve testahricune hılyeten telbesuneha ve teral fülke fıhi mevahıra li tebteğu min fadlihı ve lealleküm teşkürun13 - Yulicül leyle fin nehari ve yulicün nehar fil leyli ve sehhareş şemse vel kamera küllüy yecrı li ecelim müsemma zalikümüllahü rabbüküm lehül mülk vellezıne ted'une min dunihı ma yemlikune min kıtmır14 - İn ted'uhüm la yesmeu düaeküm ve lev semiu mestecabu leküm ve yevmel kıyameti yekfürune bi şirkiküm ve la yünebbiüke mislü habır15 - Ya eyyühen nasü entümül fükaraü ilellah vallahü hüvel ğaniyyül hamıd16 - İy yeşe' yüzhibküm ve ye'ti bi halkın cedıd17 - Ve ma zalike alellahi bi azız18 - Ve la teziru vaziratüv vizra uhra ve in ted'u müskaletün ila hımliha la yuhmel minhü şey'üv ve lev kane za kurba innema tünzirullezıne yahşevne rabbehüm bil ğaybi ve ekamus salah ve men tezekka fe innema yetezekka li nefsih ve ilellahil mesıyr19 - Ve ma yesteil a'ma vel besıyr20 - Ve lez zulümatü ve len nur21 - Ve lez zıllü ve lel harur22 - Ve ma yestevil ahyaü ve lel emvat innellahe yüsmiu mey yeşa' ve ma ente bi müsmiım men fil kubur23 - İn ente illa nezır24 - İnna erselnake bil hakkı beşırav ve nesıra ve im min ümmetin illa hala fıha nezır25 - Ve iy yükezzibuke fe kad kezzebellezıne min kablihim caethüm rusülühüm bil kitabil münır26 - Sümme ehaztüllezıne keferu fe keyfe kane nekır27 - E lem tera ennellahe enzele mines semai maa fe ahracna bihı semeratim muhtelifen elvanüha ve minel cibali cüdedüm bıduv ve humrum muhtelifün elvanüha ve ğarabıbü sud28 - Ve minen nasi ved devabbi vel en'ami muhtelifün elvanühu kezalik innema yahşellahe min ıbadihil ulema' innellahe azızün ğafur29 - İnnellezıne yetlune kitabellahi ve ekamus salete ve enfeku mimma razaknahüm sirrav va alaniyetey yercune ticaratel len tebur30 - Li yüveffiyehüm ücurahüm ve yezıdehüm min fadlih innehu ğafurun şekur31 - Vellezı evhayna ileyke minel kitabi hüvel hakku müsaddikal lima beyne yedeyh innellahe bi ıbadihı le habırum besıyr32 - Sümme evrasnel kitabellezınestafeyna min ıbadina fe minhüm zalimül li nefsih ve minhüm muktesıdve minhüm sabikum bil hayrati bi iznillah zalike hüvel fadlül kebır33 - Cennatü adniy yedhuluneha yühallevne fiha min esavira min zehebiv ve lü'lüa ve libasühüm fıha harir34 - Ve kalül hamdü lillahillezı ezhebe annel hazın inne rabbena le ğafurun şekur35 - Ellezı ehallena daral mükameti min fadlih la yemessüna fıha nesabüv ve la yemessüna fıha lüğub36 - Vellezıne keferu lehüm naru cehennem la yukda aleyhim fe yemutu ve la yühaffefü anhüm min azabiha kezalike neczı külle kefur37 - Ve hüm yastarihune fıha rabbena ahricna na'mel salihan ğayrallezı künna na'mel e ve lem nüammirküm ma yetezekkeru fıhi men tezekkera ve caekümün nezır fe zuku fe ma liz zalimıne min nesıyr38 - İnnellahe alimü ğaybis semavati vel ard innehu alımüm bi zatüs sudur39 - Hüvellezı cealeküm halaife fil ard fe men kefera fe aleyhi küfruh ve la yezıdül kafirıne rüfruhüm ınde rabbihim illa makta ve la yezıdül kafirıne küfruhüm illa hasara40 - Kul eraeytüm şürakaekümüllezıne ted'une min dunillah erunı maza haleku minel erdı em lehüm şirkün fis semavat em ateynahüm kitaben fehüm ala beyyinetim minh bel iy yeıdüz zalimune ba'duhüm ba'dan illa ğurura41 - İnnellahe yümsiküs semavati vel erda en tezula ve lein zaleta in emsekehüma min ehadim mim ba'dih innehu kane halımen ğafura42 - Ve aksemu billahi cehde eymanihim lein caehüm nezırul le yekununne ehda min ıhdel ümem felemma caehüm nezırum mazadehüm illa nüfura43 - İstikbaran fil erdı ve mekras seyyi' ve la yehıykul mekrus seyyiü illa bi ehlih fe hel yenzurune illa sünnetel evvelın fe len tecide li sünnetillahi tebdıla ve len tecide li sünnetillahi tahvıla44 - E ve lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim ve kanu eşedde minhüm kuvveh ve ma kanellahü li yu'cizehu min şey'in fis semavati ve la fil ard innehu kane alimen kadıraw45 - Ve lev yüahızüllahün nase bima kesebu ma terake ala zahriha min dabbetiv ve lakiy yüahhıruhüm ila ecelim müsemma fe iza cae ecelühüm fe innellahe kane bi ıbadihı besıyraFATIR SURESİ TÜRKÇE MEALİRahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıylaHamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a mahsustur. O yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter. 1 Allah insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak engelleyecek yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. 2 Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz? 3Ey Muhammed! Eğer seni yFatırncı sayıyorlarsa bil ki, senden önce de nice peygamberler yFatırncı sayılmıştır. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür. 4 Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı Şeytan Allah hakkında sizi aldatmasın. 5 Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise siz de onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır. 6 İnkar edenler için çetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır. 7 Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Ey Muhammed! Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helak etme! Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir. 8 Allah, rüzgarları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yer yüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir. 9 Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir. Güzel sözler ancak ona yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar. 10 Allah sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan meniden yarattı. Sonra sizi erkekli dişili eşler yaptı. Allah'ın ilmine dayanmadan hiçbir dişi ne hamile kalır ne de doğurur. Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta Levh-i Mahfuz'da yazılı olmasın. Şüphesiz bu Allah'a kolaydır. 11İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir; içimi kolaydır. Şu ise tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Allah'ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. 12 Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay'ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu Allah'tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O'nundur. Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. 13 Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. DuysFatırr bile çağrınıza karşılık veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkar ederler. Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan Allah gibi haber veremez. 14 Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla layık olandır. 15 Eğer Allah dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir. 16 Bu Allah'a göre zor bir şey değildir. 17 Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, bir başkasını, günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri halde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah'adır. 18Kör ile gören bir olmaz. 19 Karanlıklar ile aydınlık bir olmaz. 20 Gölge ile sıcaklık bir olmaz. 21 Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah dilediğine işittirir. Sen kabirde bulunanlara işittirecek değilsin. 22 Sen ancak bir uyarıcısın. 23 Şüphesiz biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, arFatırrında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. 24 Ey Muhammed! Eğer seni yFatırnlıyorlarsa bil ki, onlardan öncekiler de peygamberlerini yFatırnlamışlardı. Oysa peygamberleri onlara apaçık delilleri, sahifeleri ve aydınlatıcı kitabı getirmişlerdi. 25 Sonra ben inkar edenleri yakFatırdım. Beni inkar etmenin sonucu nasıl oldu! 26 Görmüyor musun ki Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı birbirinden farklı çeşitli renklerde yollar katmanlar var, simsiyah taşlar da var. 27 İnsanlardan, yeryüzünde hareket eden diğer canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah'a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. 28 Şüphesiz, Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler. 29 Allah kendilerine mükafatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın diye böyle yaparlar. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. 30Ey Muhammed! Sana vahyettiğimiz kitap Kur'an, kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. Şüphesiz Allah kullarından hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür. 31 Sonra biz o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Muhammed'in ümmetine miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur. 32 Onlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 33 Şöyle derler "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir." 34 "O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez." 35 İnkar edenler için ise cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezFatırndırırız. 36 Onlar cehennemde, "Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim" diye bağrışırlar. Onlara şöyle denilir "Sizi, düşünüp öğüt Fatırcak kimsenin düşünüp öğüt Fatırbileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur." 37 Şüphesiz Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz o, gögüslerin özünü kalplerde olanı hakkıyla bilendir. 38O, sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Artık kim inkar ederse inkarı kendi aleyhinedir. İnkarcıların inkarı, Rableri katında ancak uğrayacakları gazabı artırır. İnkarcıların inkarı, ancak ziyanlarını arttırır. 39 De ki "Allah'ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?" Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaadetmezler. 40 Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye kurduğu düzende tutuyor. Andolsun, eğer onlar yörüngelerinden sapıp yok olur giderlerse, O'ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir hemen cezFatırndırmaz, mühlet verir, çok bağışlayandır. 41 Müşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah'a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı. 42 Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için böyle davranıyorlardı. Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu bekliyorlar. Sen Allah'ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen Allah'ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın. 43 Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Ne göklerde ne yerde hiçbir şey Allah'ı aciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir. 44Eğer Allah insanları, kazandıkları yüzünden hemen cezFatırndıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, gerekeni yapar. Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir. 45FATIR SURESİ SESLİ DİNLEFatır Suresini sesli şekilde dinleyebilir ve ardından tekrar ederek sesli şekilde okuyabilirsiniz. Fatır Suresi'ni Dİyanet'ten sesli şekilde dinleyebilirsiniz. FATIR SURESİNİ SESLİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ... FATIR SURESİ TEFSİRİİbn Abbas'tan nakledilen bir rivayette, "aldatma ustası" diye çevirdiğimiz ğarûr kelimesiyle şeytanın kastedildiği belirtilmiştir Taberî, XXII, 117. Müteakip âyet de bu açıklamayı desteklemektedir. Şeytanın aldatması daha çok, kişiye "Allah çok bağışlayıcıdır, en büyük günahları bile affeder; bu kadarcık günahtan bir şey çıkmaz" gibi telkinlerde bulunması şeklinde açıklanmıştır meselâ bk. Zemahşerî, III, 268.6. âyetin "Siz de onu düşman belleyin" diye çevrilen cümlesi için, "Allah'ın buyruklarına ve yasaklarına titizlikle uyarak şeytana karşı çıkın ve onu hayal kırıklığına uğratın" gibi izahlar yapılmıştır meselâ bk. İbn Atıyye, IV, 430. Aynı âyetin "Çünkü o kendisine uyacaklara, yandaşlarına yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur" şeklinde çevrilen kısmını, "Çünkü o kendisine uyanlara, yandaşlarına çağrıda bulunur, böylece onlar da yakıcı ateşin mahkûmlarından olurlar" şeklinde de tercüme etmek mümkündür İbn Âşûr, XXII, 261-262; İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50-54; şeytanın Allah'a itaat yolunu seçenleri saptırmak için her türlü çabayı harcayacağına dair sözleri için bk. A'râf7/17; Hicr 15/39.8. âyetin "kötü işleri kendilerine hoş görünüp, onları güzel bulan kimse" şeklinde çevrilen kısmı yeni bir isim cümlesinin öznesi olup yüklemi gizlenmiştir. Bu sebeple, ifade akışına uygun düşen değişik yüklemlere göre bu kısım için şöyle meâller de verilebilir a Böyle kimseler için mi üzülüp kendini helâk ediyorsun? b Bunlar, Allah'ın hidayet nasip ettiği kimseler gibi midir? Zemahşerî, III, 269; Şevkânî, IV, 388. Bu âyette Hz. Peygamber'e ve tebliğ görevini yaparken onun yolunu izleyenlere bir teselli verildiği açıktır. Dolayısıyla, âyetin devamındaki, "Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir" cümlesini buna göre yorumlamak gerekir. Yüce Allah'ın, kulun hiçbir katkısı olmadan onu sapkınlığa ve dolayısıyla cehenneme itmesi O'nun engin hikmetiyle bağdaşmaz. Allah'ın bir kimseyi dalalette bırakması, kendisine verilen akıl yeteneğini ve irade gücünü kötüye kullanmakta ısrar etmesi sebebiyle onu tercihiyle ve sonuçlarıyla baş başa bırakması demektir. Birçok âyet ve hadiste yer alan açıklamaların ışığında, bu tür ifadelerin, Allah'ın mutlak iradesine bir gönderme yapma veya –burada olduğu gibi– dini tebliğle görevli olanların başkalarını hidayete eriştirmekle yükümlü olmadıklarını ve zaten buna güçlerinin yetmeyeceğini belirtme amacı taşıdığı efendimizin, bu hayatın ardından yeni bir hayatın geleceği ve herkesin burada yaptıklarından sorguya çekileceği yönündeki uyarılarını mantıksız bulan ve çoğu zaman alayla karşılayan inkârcılara, insanlara öldükten sonra tekrar hayat vermenin yüce Allah'ın kudret ve azametini kavrayanlar için hiç de yadırganacak bir şey olmadığını anlatan bir örnek verilmektedir. Rüzgârların oluşturulması, onların bulutları harekete geçirmesi, bulutların yağmura dönüşmesi, yağmurun kurumuş toprağı canlandırması şeklinde sıralanan ve ilim, hikmet, kudret gerektiren bu olaylar dizisi üzerinde birazcık düşünmek, bunları gerçekleştiren gücün sahibi için insanları öldükten sonra diriltmenin kolaylığını anlamaya kelimesi "onur, saygınlık ve güçlü olma" anlamlarına gelir. "Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah'a aittir" şeklinde çevirdiğimiz cümleye, bazı müfessirler, "Kim o sözde tanrılara ve putlara taparak bir izzet elde etmek istiyorsa bilsin ki izzet tümüyle Allah'a aittir", bazıları "Kim izzet istiyorsa Allah'a itaat etsin, izzet bulsun", bazıları da "Gerçek anlamda izzetin kime ait olduğunu öğrenmek isteyenler bilsinler ki, her yönden izzet Allah'a mahsustur" mânasını vermişlerdir Taberî, XXII, 119-120. Şeref, onur, güç, pâye, üstünlük gibi anlamları olan "izzet"in bütünüyle Allah'a ait kılınması, bu kavramın insanlar açısından asla kullanılamayacağını değil, insanların elde edebilecekleri her türlü onur ve pâyenin Allah'tan olduğunu ve ancak O'nun hoşnutluğuna uygun olması halinde değer taşıyacağını ifade etmektedir. Nitekim başka bir âyette bu kavram Allah'a, resûlüne ve müminlere izâfe edilmiştir bk. Münâfik-63/8. Âyetin devamında yer alan ve "Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur" şeklinde çevirdiğimiz cümle ile de, izzetin şeytanî düşünceleri geliştirmekle elde edilemeyeceğine bir telmihte bulunulduğu müfessir "güzel söz"den maksadın, başta kelime-i tevhid olmak üzere Allah'ı anma ve yüceltme mânası içeren her türlü tesbih, tehlil, Kur'an tilâveti, dua, istiğfar vb. sözler olduğunu kaydeder meselâ Zemahşerî, III, 270. Fakat bunu belirli sözlerle sınırlandırmayıp iyiliği teşvik, kötülüğü engelleme gibi "iyi, temiz, güzel" vasfına uyan başka sözleri de bu kapsamda düşünmek uygun olur Şevkânî, IV, 390. "O'na yükselir" ifadesinden maksat, Allah'ın bunları kabul etmesi, Allah katında makbul olması veya yazıcı meleklerin yazdıklarıyla yükselmeleridir Şevkânî, IV, 390. "İyi iş ve davranışları da O yüceltir" şeklinde yapılan tercümede öznenin Allah Teâlâ olduğu görüşü esas alınmıştır. Burada öznenin güzel sözler olduğu kanaatini taşıyanlar da vardır; buna göre cümleyi şöyle çevirmek gerekir "Onları da iyi işleri de Allah'a güzel sözler yükseltir." Meâlin böyle olması durumunda cümlenin izahı şöyle olur İyi işlerin Allah katında değer bulması sağlam bir imana, Allah'ın birliği inancına dayalı olmasına bağlıdır, kelime-i tevhidi benimsemeden yapılan iyi işler O'nun nezdine yükselmez Zemahşerî, III, 270. Öte yandan bu cümlede öznenin iyi işler ve tümlecin güzel söz olduğu da ileri sürülmüştür. Bu takdirde anlam "Güzel sözleri yükselten iyi işlerdir" şeklinde olur. Bu görüşün İbn Abbas gibi bazı ilk dönem âlimlerine nisbet edilmesini ihtiyatla karşılayan İbn Atıyye şu açıklamayı yapar Bu görüşte iyi amel olmadan iman sözünün değerinin olmayacağı kastediliyorsa bu Ehl-i sünnet inancıyla bağdaşmaz ve İbn Abbas gibi birinin bunu söylemesine ihtimal yoktur. Ama güzel söz iyi amelle desteklenirse daha değerli olur ve daha yücelere çıkar mânası kastedilirse tutarlı olur IV, 431. Râzî, insanı diğer canlılardan üstün kılan temel özelliğin söz olduğu ve bunun kalp ile ilişkisi üzerinde durur; âyetin sözün önemine ve değerine bir atıfta bulunduğunu belirtir XXVI, 9.Bir taraftan Cenâb-ı Hakk'ın yaratıcılık sıfatına değinilirken, diğer taraftan da O'nun bütün yaratılmışlara ait ayrıntıların bilgisine sahip olduğu belirtilmektedir. Bu çerçevede, bir dişinin gebe kalması ve doğurması yani yeni bir canlının dünyaya gelmesinden her bir canlının ömrünün miktarına kadar evrende olup biten bütün olaylar ve incelikleri O'nun nezdinde mâlûmdur. Bir insanın ömrünün uzun veya kısa oluşu tesadüfe yahut kendiliğinden oluşa değil Allah'ın iradesine bağlıdır; bu irade değişmemek üzere levh-i mahfûz diye bilinen özel bir kayıt sistemine de bağlanmıştır. Âyetin "Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir" şeklinde çevrilen kısmı için şu yorumlar da yapılmıştır a Herkesin ömrünün ne kadar olacağı tamı tamına kayıtlı olduğu gibi bunun yaşanan her günü, ayı, senesi de kaydedilmektedir. Bu cümlenin "ömründen eksilen, eksiltilen" anlamına gelen ikinci kısmından maksat işte ömrün bu bölümü yani yaşanan ve bu yönde kayda geçirilen miktarıdır; "verilen ömür" anlamına gelen ikinci kısmından maksat ise ömrün kalan bölümüdür. b Bu cümle "Bir canlının ömrünün uzatılması da kısaltılması da mutlaka yazılıdır" anlamına gelmektedir. Hadislerde belirtildiği üzere bazı sebeplerle ömür uzatılabilir veya kısaltılabilir; ama bu da Allah'ın iradesiyle olmaktadır ve O'nun ezelî ilminde mevcuttur bir kitapta kayıtlıdır. Allah'ın bildikleri insanlar tarafından bilinmediğinden, bu durum dünya hayatının sınav düzenini ve kişinin sorumluluğunu etkilemez Şevkânî, IV, 391-392; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/20-23; insanın topraktan yaratılması ve nutfe hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü'minûn 23/13-14; Rûm 30/20; insanların kendi nefislerinden eşler yaratılması hakkında bk. Nisâ 4/1."Su kütlesi" diye çevirdiğimiz bahr kelimesi Arap dilinde büyük sular için kullanılır; Kur'an'da da gerek nehir gerekse deniz anlamında kullanılmıştır. 12. âyette varlıklar âlemindeki rabbânî bir hikmete, onların farklı özelliklerle ve benzer özelliklerdeki farklı nevilerle birbirinden ayırt edilebilmesi biçiminde özetlenebilecek tabiî-ilâhî kanuna değinilmekte; hepsi bir su ile sulandığı halde bazılarının yemişlerini diğerlerine üstün kılma hikmetine temas eden âyette Ra'd 13/4 olduğu gibi burada da yüce Allah'ın yaratışındaki sanatın inceliklerine dikkat çekilmektedir İbn Âşûr, XXII, 279. Râzî de çoğu müfessirlerin bu âyette iki tür su örneğine iman ile küfür veya mümin ile kâfir arasında bir mukayese yapılması için yer verildiği tarzında bir yorum yaptığını hatırlattıktan sonra kendi görüşünü şöyle açıklar Görünen o ki burada kastedilen, Allah'ın kudretine başka bir delil göstermektir. Şöyle ki, iki büyük su kütlesi görünüşte birbirine benzemekte, fakat sularının özellikleri açısından birbirinden farklılık taşımaktadır. Bu farklılıklarına rağmen ikisinde birbirine benzer durumlar da vardır; meselâ ikisinde de taze et bulunmakta, ikisinden de süs eşyası çıkarılabilmektedir. İki benzerde farklılıklar meydana getirebilen ve iki farklı şeyde benzerlikler var edebilen, ancak fiillerinde muhtar ve mutlak kudret sahibi Allah olabilir. "İki su kütlesinin bir olmadığı"na işaret etmesi de O'nun eşsiz kudretine ve iradesinin her yere nüfuz ettiğine delildir XXVI, 10-11; ayrıca bk. Furkan 25/53.Birçok âyette belirtildiği üzere insanlara büyük yararlar sağlayan gemilerin sularda yüzdürülmesi de Allah'ın koyduğu yasalar sayesinde gerçekleşmektedir. İbn Âşûr, "denizi yararak" şeklinde tercüme edilen kısımda geçen zarfın burada –Nahl sûresinin 14. âyetindekinden farklı olarak– öne alınmasının ve "O'nun lutfuna nâil olmanız" diye çevrilen cümlenin başında vav harfinin bulunmamasının sebebini şöyle açıklar Nahl sûresinde amaç Allah'ın kullarına sağladığı nimetleri hatırlatmak, burada ise amaç kendi sanatının inceliklerine ve kudretinin kanıtlarına dikkat çekmektir XXII, 280-281. Gecenin gündüze, gündüzün de geceye katılması hakkında bk. Âl-i İmrân 3/27; İsrâ 17/12. Güneşin ve ayın belirlenmiş vadeye kadar kendi yolunu izlemesi hakkında bk. Ra'd 13/2; ayrıca bk. Yâsîn 36/ 38-40.Allah'tan başka kendilerine tapılan varlıkların âcizliği önceki âyetin son cümlesinde en küçük bir şeye mâlik olamadıkları ve hükmedemedikleri şeklinde belirtildikten sonra burada kendilerinden medet umulmasının ne kadar abes olduğu somut bir anlatım tarzı ile açıklanmaktadır Onlar işitmezler, işittikleri varsayılsa bile karşılık veremezler; kıyamet günü de Allah'ın onlara vereceği bir yetenekle kendilerine yüklenen bu sıfatı tanımadıklarını beyan ederler. Müfessirler genellikle bu varlıkları putlar olarak açıklamışlardır; fakat âyetin ifadesi genel olduğu için kendilerine tanrı gözüyle bakılan insan, hayvan, ay, güneş gibi bütün varlıkların bu kapsamda düşünülmesi daha uygun görünmektedir. Bu takdirde, tanrı yerine konarak kendilerinden medet umulan veya korkulan insanların herhangi bir insan gibi işitememesi veya karşılık verememesinin değil, gizli-açık, uzak-yakın nerede ve nasıl yalvarırlarsa yalvarsınlar kendilerine tapanları işitip cevaplayamamalarının kastedildiği cümle açıklanırken daha çok şu noktaya dikkat çekilir Sözde tanrıların kıyamet günü kendilerine tapanlara karşı takınacakları tavır gayb kapsamında bir olay olduğu için bunu ancak Allah Teâlâ'nın haber vermesiyle biliriz; bu sebeple "Hiç kimse sana, her şeyden haberdar olan Allah gibi haber veremez" buyurulmuştur Râzî, XXVI, 13.İnsanı yaratan ve onun ihtiyaçlarını en iyi bilen Cenâb-ı Allah bütün beşeriyete yönelik bir uyarıda bulunmaktadır Allah'a muhtaç olan insanlardır, Allah ise hiçbir şeye ve hiç kimseye muhtaç değildir. Üstelik yaratılmışlar üzerindeki üstün nimetlerinden ötürü hamdedilmeye lâyık olan yalnız O'dur. Bu uyarıdan, ibadetin insanın buna muhtaç olmasından dolayı emredildiği, dolayısıyla din duygusunun ve Allah'a ibadet etme eğiliminin fıtrî olduğu ve baskı yöntemleriyle yok edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. FATIR SURESİ TEFSİRİ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ... Peygamber Arapça Ölü Dini Gündem Güncel Haberler
KURAN’I KERİM TEFSİRİ ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR Fâtır Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması 1- Göklerin ve yerin yaratıcısı, yani bütün alemi yokken yaratan, fıtratını ilk başta yoktan var eden yahut yaran, yoktan varlığa çıkaran ve yine yaratacak, “Gök yarıldığı zaman.” İnşikak, 84/1 ve “Gök yarıldığı zaman.” İnfitar, 82/1 hükmünü yerine getirecek olan. En’am Sûresi’nde de geçtiği üzere, “Fatara” aslında yarmak mânâsınadır. Rağıb, uzunluğuna yarmak der. Bundan daha önce örneği geçmeksizin ilk olarak yaratmak mânâsına meşhur olmuştur. Bu mânâya göre “Fatır” ilk yaratmaya göredir. Ve di’li geçmiş zaman mânâsına olacağı için, izafet-i maneviye olarak “marife” olup Allah kelimesine sıfat olmuştur. Bu şekilde ahirete, ikinci yaratılmaya işareti, intikalî ve istidlalî olmuş olur. Bununla birlikte bazı tefsir bilginlerinin dediği gibi, yarmak mânâsından ismi fail olması da mümkündür. Bu şekilde biz bundan “Gök yarıldığı zaman” İnfitar, 82/1 ifadesindeki “İnfitar”ı yarılmayı da anlamak isteriz ki, bu durumda ahiret yaratılması dahi açıklanmış olur. Ancak yaratacak demek olan bu mânâ gelecek zamana ait olduğu için, “Fatır” dilbilgisi açısından amil başka kelimelerde amel eden olarak “lafzî izafet” olacağından marifelik kazanmaz ve Allah ismine sıfat olmaması gerekir. O halde iki ihtimal kalır Birisi bedel yapılmak, birisi de “Din gününün sahibi.” Fatiha, 1/3 gibi süreklilik ve sebat kastolunarak geçmiş zaman ve gelecek zaman, kapsamaktır. En uygunu da budur. O halde hem ilk yaratılmayı, ve hem ikinci yaratılmayı kapsayarak mânâ işaret ettiğimiz gibi şu olur Gökleri ve yeryüzünü yaran ve ayıracak olan, dünyayı yarattığı gibi ahireti de yaratan ve melekleri elçiler yapan, yani kendisinden kullarının şuurlarına tebliğ vasıtaları, peygamberlere vahiy, salih insanlara ilham, akıllara doğru düşünme fikrini getiren araçlar, yahut kudretini, eserlerini yaratıklarına iletici vasıtalar kılan, öyle ki ikişer üçer, dörder çok kanatlı. ECNİHA “Cenah” kelimesinin çoğuludur. Cenah da kanat demektir. Meşhur olan budur. Bir şeyin kol ve kanat gibi şubelerine ve cihetlerine dahi denilir. Meleklerin “cenahları”nın gerçek yüzünü ve nasıl olduğunu ise Allah bilir. Gerçi cenah kelimesini cihet ile tevil edenler de olmuştur. İfadenin akışından anlaşıldığına göre, burada zikrolunan sayılar tam sayıyı belirleme ve sadece bu kadar olduğunu ifade etmek tahsis için değil, çokluğu beyan etmek içindir. Buna göre dörtten yukarı kanadı olan melek yok demek değildir. Gerçi Buharî Müslim, Tirmizî, “Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür.” Necm, 53/18 âyetinde İbnü Mes’ud hazretlerinden rivayet etmişlerdir ki, Resulullah Cebrail’i altı yüz kanatla görmüştür. Tirmizî’nin Hz. Aişe’den rivayetine göre de Resulullah Cebrail’i kendi şekliyle ancak iki kez görmüştür. Bir kere Sidre-i Münteha’nın yanında, bir kez de Ciyad atlar içinde ki altı yüz kanadı vardı, ufku kapatmıştı. Gerçekten dörtten fazla olabileceğini de anlatmak için buyuruluyor ki yaratmada dilediği kadar artırır. Dolayısıyla meleklerin kanatlarını daha çok yapabileceği gibi, diğer yaratıklarında da dilediği artırmayı yapabilir. Mesela güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk, incelik, biçimde uyumluluk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik ve bereket, kalbte cesaret, ruhta hoşgörü, dilde güzel ifade, konuşmakta yeterlilik, işte beceriklilik ilh… Neler, ne mükemmellikler, ne fazlalıklar yaratır. Bu yüzden Allah’ın yaratışını sınırlı suretlerle sınırlamaya kalkışmamalıdır. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir. 2-Onun için şartı ifade eden edat, Allah insanlara rahmetinden her neyi açarsa, hazinesinin rahmetinden herhangi bir rahmeti, maddî veya manevî herhangi lutfu ve nimeti açar salıverirse, artık onu, o rahmeti başka tutacak yoktur. Yağar da yağar, ilâhî feyz coşar da coşar. Her neyi de tutarsa onu da ondan başka salacak yoktur. Ve O, öyle aziz öyle hakimdir. Aziz, iradesine, kudretine karşı gelinmek ihtimali yok, hiçbir kayıt ve şartın tesiri altında bulunmayan, hiçbir kanun ile kayıtlı olmayan, istediği harikayı yapan yenilmez galibtir. Bununla birlikte hakîmdir de izzet ile fail olduğu gibi, hikmet ile de faildir. O’nun yaratmasından hikmetler, kanunlar çıkar, bu sayede ilimler fenler edinilerek sebeplerine sarılmakla nimetlerine erilir. İzzetinin sınırına yanaşılmaz, yani eserlerinin hikmetinden çalışma ve çabalama ile yararlanılır. İzzet ve rahmetiyle peygamber, kitap gönderir. Hikmetiyle din ve ilim öğretir. 3- Ey insanlar, bütün insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Düşünün ki sizi izzet ve hikmetinden yararlandırmak üzere emanetin ortaya çıktığı insan yaratmış. Allah’tan başka yaratıcı var mı? Niçin siz O’nun nimetini düşünmeyip, Allah için çalışmayıp da başkalarına kul olacaksınız. O size gökten ve yerden rızık veriyor, eğer O vermezse diğer vasıtaların hepsi hükümsüz kalır; çünkü şimdi geçtiği üzere O’nun tuttuğunu başkası koyuveremez. O’ndan başka kulluk edilecek Tanrı yoktur. O halde siz nasıl çevirilirsiniz, nasıl da O’na şirk koşar, başkalarına taparsınız? 4- “Eğer seni yalanlarlarsa..” Bu âyet peygambere teselli veren bir âyettir. 5-6-7- Allah’ın vaadi mutlaka haktır. Ahiret gelecek, o cezalandırma ve mükafat verme herhalde olacaktır. O halde Sakın dünya hayatı sizi mağrur etmesin, aldatmasın. Bugün keyfimize bakalım da yarın ne olursa olsun demeyin. Dünyaya dalıp da ahirete dair görevlerinizi unutmayın. Dünya için ahiretinizi feda etmeyin; çünkü gençlik uçup ihtiyarlık çöktüğü gibi, dünya her ne olursa bir rüya gibi gelir geçer, ahiret ebedî olmak üzere gelir çatar. Ve sakın o çok aldatıcı mağrur şeytan sizi Allah ile de aldatmasın, Allah’a da mağrur etmesin. Yani Allah kerimdir, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Allah her şeye vekildir diyerek günahlara, tenbelliklere sefihliklere sevketmesin, görevlerinizi kötüye kullandırmasın. Gerçi Allah öyledir. Fakat öyledir diye mağrurlanmak, Allah saygısını duymamak, izzetini ve celalini hesaba katmamak, Allah’ın cezasını tanımamak gibi bir cinayet ve aynı zamanda Allah’ın iman ile çalışan salih kullarına vaad olunan nimetlerinden mahrumiyettir. Çünkü küfür ve küfran edenlere şiddetli azab, iman ile salih amallere çalışanlara bağışlama ve büyük bir ecir vardır. Bunu mukayese ile anlatmak için buyuruluyor ki Meâl-i Şerifi 8- Ya kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel görmüş olan kimse de mi iman edip salih amel işleyenler gibi olacak? Şüphe yok ki Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola çıkarır. O halde canın onlara karşı hasretlerle üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Çünkü Allah, onların bütün yaptıklarını bilir. 9- Rüzgârları gönderip bir bulut kaldıran da Allah’tır. Derken biz o bulutu ölmüş bir beldeye sevketmişizdir. Böylece yeryüzüne ölmünden sonra onunla hayat veririz. İşte o dirilme de böyledir. 10- Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah’ındır. O’na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azab vardır. Onların tuzakları hep darmadağın olur. 11- Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir damla sudan yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun bilgisi olmadan ne bir dişi hamile olur, ne doğurur. Kendisine ömür verilenin de ömrünün uzatılması da, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah’a göre kolaydır. 12- Hem iki deniz eşit olmuyor. Şu tatlı, hararet keser, içerken boğazdan kayar; şu da tuzlu, yakar kavurur. Bununla beraber her birinden taze bir et yersiniz ve bir ziynet çıkarır, giyinirsiniz. Allah’ın lütfundan nasib arayasınız diye suyu yara yara giden gemileri de görürsün. Gerek ki şükredeceksiniz. 13- O, geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve ayı emrine âmâde kılmıştır. Her biri mukadder bir gayeye akıp gidiyor. İşte bu gördüklerinizi yapan Allah sizin Rabbinizdir. Mülk hükümranlık O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdek zarını bile idare edemezler. 14- Kendilerine dua ederseniz duanızı işitmezler. İşitseler bile size cevabını veremezler. Kıyamet günü de kendilerini Allah’a ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan Allah gibi bir haber veren olmaz. 8- Ya artık o kimsede mi ki, âyetin aşağı kısmını yukarısının bir kolu, bir dalı yapma, de bunu inkâr içindir. Cümlenin haberi yüklemide gizlidir. Yani iman edip salih ameller yapan kimselere mağfiret ve büyük bir ecir var diye, onun tersi olan o mağrur kimsede mi onun gibi olacak ki kendisine kötü ameli süslü gösterilmiş, hırsı şehvetle allanmış pullanmış cazibeli, hem zevkine, hem menfaatine uygun, sonu iyi gelecek bir amel gibi hoş gösterilmiş de onu güzel görmüş, vehminin kuruntusu ve hevesleri aklına baskın gelmiş, şehvetlerinin sarhoşluğu gözünü gönlünü bürümüş. Öyle içerim ki nihayet beni görürsün. Çirkin benim katımda güzel diyen, kendini bilmeyecek derecede sarhoş gibi tersi dönmüş, batılı hak, kötüyü iyi, fenalığı güzel görür olmuştur. İşte alçak bir hayata aldanan bu hale geleceği gibi, Allah gafur diye günahlarda ısrar eden mağrurlar da bu hale gelir. Bir insan böyle kötüyü iyi görecek kadar şaşkın ve vicdansız nasıl olur diye hayret etme! Çünkü Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir? Peygamberlerine ve onlara uyanlara hidayet verdiği gibi, şeytanlara ve onlara uyanlara da sapıklık verir. Onun için nefsin onlara iç yangısı ile, üzüntülerle geçmesin. Üzülme de görevine bak. Allah onların ne sanatlar yaptıklarını ve yapacaklarını da bilir. Yani onları en başta öyle şaşırtması hikmetsiz, sırf zorla olmadığı gibi, sonunda da yaptıklarını yanlarına bırakacak değildir. Şüphe yoktur ki kötüyü iyi gören sonunda iyilik görecek değildir. Elbette onlar salih amel yapan müminler gibi, mağfiret ve ecre erecek değiller, bir gün gelip belalarını bulacaklardır. 9-Ya o nasıl ve ne zaman olacaktır denilirse, bunun bir inkılap değişim ve nüşur ile olacağı anlatılmak üzere buyuruluyor ki “Rüzgarları gönderen Allah’tır…” İşte “nüşûr” da böyledir. Böyle bir inkılap ile durgun hevesleri harekete getirerek göklere yükselecek bulutlar gibi yetenekli unsurları coşturarak yararlı rüzgarlara benzer ilâhî bir cereyanın sevk ve idaresiyle bir ölü beldeye nasıl bir hayat veriliyorsa, hesap için ölülerin dirilmesi demek olan “nüşur”, yani öldükten sonra dirilme de işte öyle bir kıyam ve kıyamet iledir. Nüşur kelimesi için Furkan Sûresi, 25/3. âyetin tefsirine bkz. 10- Her kim izzet istiyorsa, zillet ve hakaretten kurtulup şerefli, haysiyetli, kuvvetli olmak arzu ediyorsa bilsin ki, izzet tamamı ile Allah’ındır. Dünyada da Allah’ındır; ahirette de Allah’ındır; dolayısıyla izzet isteyen şuna buna tapmakla kendisini zelil etmemeli, hepsini geçip Allah’a yükselmelidir. Fakat O’na hoş kelimeler yükselir. Onu da salih amel yükseltir. KELİMİ TAYYIB Başta, Kelime-i tevhit olmak üzere tesbih sübhanellah, tahmid elhamdülillah, tekbir Allahü ekber, dua, istiğfar ve zikirler gibi hoş kelimelerin hepsini içine alır. Ve bunların ilâhî arşa yükselip de “Gerçekten iyilerin kitapları hiç şüphesiz illiyyîn’dedir.” Mutaffifîn, 83/18 buyurulduğu üzere makbul ameller defterine yazılması, ancak bunları tahakkuk ve tasdik ettirecek salih amellere yaklaşmakla olur. Hz. Peygamber rivayet edildiği üzere hoş kelimelerdir. Bir kul bunu dediği zaman melek onunla semaya çıkar, onu Rahmân’ın katına arzeder, fakat salih amel olmazsa kabul olunmaz. Yine hadiste yer almıştır ki, Allah Teâlâ bir sözü amelsiz kabul buyurmaz, sözü, ameli, niyeti de ancak sünnete uygun olmakla kabul buyurur. Kısacası izzeti elde etmek sözlü ve fiilî itaat ile olur; yoksa gurur ve tembellik, şeytanlık ve kötülüklerle değil. Çünkü Seyyiat, türlü türlü kötülüklere tedbir alan şeytanlık ve entrika ile uğraşanlara veya riyakarlık yapanlara gelince “Onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tuzakları darmadağın olur.” Kureyş’in, Darunnedve’de Peygambere yapmak istedikleri hileler gibi bozuk çıkar başlarına geçer. 11-Allah’ın izzeti ve diriltmesi ve nüşûrun doğruluğu diğer âyetlerle de açıklanarak buyuruluyor ki “Allah sizi bir topraktan yarattı..” Bu öyle bir gerçektir ki maymundan yaratıldıklarını iddia edenler bile, daha önce topraktan sonra da bir nutfeden spermden geldiklerini inkâr edemezler. İstidlal zincirinde bir halka daha itiraf etmiş olurlar. Bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın tabiatlar üzerindeki izzet ve hakimiyetini gösterir; nitekim sonra sizi çiftler yaptı, o nutfeden spermden sade erkek değil, dişiler de yaptı ve evlenme kanunu koydu, hem bunları yapıp da bırakıvermedi. Herhangi bir dişinin hamile kalması ve çocuğunu doğurması hep O’nun ilmiyledir. Dolayısıyla gizli günah yapmak isteyenler de bilmelidirler ki Allah yaptıklarını bilir ve ne yaşatılana ömür verilmesi ne de ömründen eksiltilmesi, yani doğmadan ölmesi veya az yaşaması veya yaşadıkça ömrünün tükenmesi olmaz ki herhalde bir kitapta yazılı olmasın, yani hiçbirisi gelişi güzel bir tesadüf ile değil, herbiri mutlaka ilahi ilimde takdir edilmiş ve levh-i mahfuzda yazılmış olarak meydana gelir. Bu kadar parçalar nasıl bilinir diye uzak görmemelidir. Çünkü o, Allah’a göre kolaydır. Onun için O’na göre öldükten sonra diriltmek de kolaydır. 12- “İki deniz bir değildir.” Bu da tabiatın hakim olmadığını ispat eder. Burada mümin ile kâfirin veya dâr-ı İslam ile dar-ı küfrün de temsil yoluyla farkına bir işaret vardır. Biri tatlı biri acıdır taze et, evet acı denizde tatlı balık oluyor, acı sularda da. Demek ki muhitin okyanusların-çevrenin tabiatı üstünde yaratıcının etkisi ile böyle de görülüp duruyor. Giyineceğiniz bir süs, bir ziynet de çıkarıyorsunuz. İnci, mercan gibi takılan ziynetler. Fakat bunların tatlı sulardan çıkarıldığı bilinmediğine göre “Her birinden” kaydına bağlanması dikkat çeken bir nokta olmuştur. 13- “O, geceyi gündüze sokuyor..” Bu da ilâhî izzetin zaman üzerinde dahi hakim olduğunu ve bütün değişikliklerin onun hükmüyle cereyan ettiğini gösterir. Kısacası “İşte Rabbiniz budur. Hükümranlık O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdek zarını bile idare edemezler.” KITMİR Aslında hurma ile çekirdeğinin arasında ince zar veya çekirdeğin arkasındaki ince pürüz demek olup sonra hakîr ve küçük olan şeylerde mesel olmuştur. Nitekim dilimizde “Nıkır kıtmır” diye bilinmektedir. 14- Sana bir şeyden haberdar olan gibi, yani habîr olan Allah gibi haber veren olmaz, Allah’tan başkası peygamberlik vermez. Meâl-i Şerifi 15- Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde lâyıktır. 16- Eğer O dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir. 17- Ve bu, Allah’a göre zor bir şey değildir. 18- Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah’adır. 19- Ne kör ile gören eşit olur, 20- Ne de karanlıklar ile aydınlık, 21- Ve ne de gölge ile sıcaklık. 22- Ölülerle diriler de eşit olmaz. Gerçi Allah, her dilediğine işittirirse de sen, kabirlerdekine işittirecek değilsin. 23- Sen sadece bir uyarıcısın. 24- Muhakkak ki biz seni hak ile hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet de yoktur ki, içlerinde bir uyarıcı geçmiş olmasın. 25- Seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Onlara peygamberleri mucizelerle, sahifelerle ve aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi. 26- Sonra ben o inkâr edenleri tutup yakaladım. O zaman beni inkâr etmek nasıl oldu? 15- Sizsiniz Allah’a muhtaç fakirler, cümlesinde müsnedin öznenin marife elif lamlı olması kasr ancak, sadece, yalnız anlamı ifade eder. Yani din ve ibadet Allah’ın ihtiyacı değil, insanların ihtiyacıdır. Hem yarattıkları içinde Allah’a ihtiyacı en çok olan fakirler sadece insanlardır. İnsan “İnsan da zayıf olarak yaratılmıştır.” Nisâ, 4/28 ifadesine göre zayıf olarak yaratılmış olmakla, hangi mertebede olursa olsun hiçbir zaman Allah’a ihtiyaçtan kurtulamayacağı gibi, emaneti taşıyan insan ruhunun duyduğu ihtiyaç o kadar çoktur ki, onun yanında diğer yaratıklara fakir bile denmez. İnsanın bu ihtiyacını tatmin etmek için de Allah’tan başka mabud bulunmaz. Başkaları bir kıtmire bile malik değil Allah ise ganiydir. Hiçbir ihtiyacı olmayan ve her şeyden müstağni, tam mânâsı ile zengin, ganiy O, yalnız O’dur. O sizin ibadetinize muhtaç olmadığı gibi, bütün ihtiyaçlarınızı tatmin edebilecek güce de sahiptir. Öyle, fakat bakalım, korur gözetir mi dersiniz? Hem hamiddir. Hamd ve şükür ile kendisine tazim ve ibadet olunacak veliyy-i nimet de ancak O’dur. Gerçekte O’ndan başka nimet veren, O’ndan başka hamd ve tazime layık olan yoktur. Onun için dileklerinizi verirse, ancak O verir. Hem O kendisine hamd ettirmesini bilir. 16-O öyle ganiy, öyle hamiddir ki, dilerse sizi giderir de yepyeni bir halk getirir. Hamd etmek istemeyen siz nankörleri savar da yerinize hiç bilmediğiniz başka bir kavim, hamd edecek bir devlet getirir. Veya yeryüzünde bütün insanları yok eder siler süpürür de hiç görülmedik bambaşka yeni bir mahluk, tanımadığınız bir âlem yaratır. 17- Ve Allah’a göre bu olmaz bir şey de değildir. Çünkü “O’nun emri bir şeyi dilediği zaman O’na ancak “ol” demesinden ibarettir. O da oluverir. Yâsîn, 36/82 18- Bununla birlikte yüce Allah’ın adaleti hatırlatılarak buyuruluyor ki Hem günah çeken bir nefis diğerinin günahını çekmez. VİZR Ağırlık, ağır yük, ağır günah, vebal demektir. Burada günahın cezasının ağırlığı demektir. Herkes kendi günahından sorumlu olur, kendi günahının cezasını çeker; nitekim “Her koyun kendi bacağından asılır” deriz. Zalimlerin, zorbaların yaptığı gibi birinin günahı diğerine yükletilmez. Ankebut Sûresi’nde “Onlar mutlaka kendi yüklerini de, o yükleriyle birlikte daha nice yükleri de bizzat yüklenecekler.” Ankebut, 29/13 buyurulmuş olması da buna aykırı değildir. Çünkü o hem sapıtmış, hem de saptırmış olanlar hakkındadır. Başkasını da sapıtmaya çalışanlar hem sapıklıklarının, hem saptırmalarının günahını çekerler ki, ikisi de kendi günahlarıdır. Nitekim “Her kim bir kötü adet çıkarırsa, ona hem onun günahı, hem de onu işleyenlerin günahı vardır.” hadisi de böyledir. Yani diğer işleyenler çekmeyecek demek değil, onların hepsi kadar da fazla çekecek demektir. Demek ki birisi şunu şöyle yap da günahı varsa benim boynuma olsun diye kefalet ederek diğerini bir günaha sokarsa, o boynuna aldığı günahı çekmeyecek değildir, ancak sevkettiği kimseyi kurtarmış olmayacak, onun çekeceğini çekmeyecek; birisi aldandığının cezasını çekecek birisi aldattığının cezasını çekecektir. Şu tabirinde bunlara işaret de var gibidir. Yükü ağır basan, çok ağır yük altında bulunan günahkar bir nefis, yükünün başkası tarafından alınıp yüklenilivermesine çağırsa, yalvarsa da ondan hiçbir şey yüklenilmez. Rıza ve tercih ile de yüklenilmez, cebren de yüklenilmez. Çünkü o kıyamet günü “O günden sakının ki hiçbir kimse kimseden yana bir şey ödeyemez. Kimseden bedel kabul olunmaz. Kimseye de şefaat fayda vermez.” Bakara 2/123 diye tanımlanan bir gündür. “Ne bir alış-veriş, ne de bir dostluk olan” İbrahim, 14/31 bir gündür. Gerekse bir yakını olsun. Yani çağıran veya çağırılan bir yakını bile olsa, yine yüklenilmez. O halde Allah’ın emaneti gibi göklerin ve yerin çekemediği ağır bir yükü yüklenmiş olan insan, bir de o emanete hıyanet ederek ve şunu bunu sapıtarak sen yap da günahı benim boynuma olsun demek gibi, başkalarının günahını boynuna almaya kalkışmamalı; diğer birtakımı da öylelere uyup günahı filanın boynuna diye kendini ateşte yakmamalıdır. Fakat ey Muhammed! Sen bu uyarmayı ancak şu kimselere duyurur, ancak öyle kimseleri sakındırırsın ki Rablerinden gaybde, yani henüz huzuruna varmadan gıyabda korkarlar. Allah korkusunu, Allah saygısını duyar da namazı dürüst kılarlar. “Onlar ki gerçekten Rablerine kavuşacak olduklarını bilirler.” Bakara, 2/46 âyetinin ifadesi gereğince Rablerinin huzurunda O’na kavuşacaklarına kani olarak kılarlar. Ve bu şekilde maddeten ve manen temizlenirler. Temizlenen de ancak kendisi için temizlenir, feyizlenir. Bu, işte günah çekmenin tam aksidir. Yani insanlar bu iki sınıftan dışarı değildir. Ya günah çekecekler veya günahtan temizleneceklerdir. Günah çekenler, başkasının günahını çekmeyeceği gibi, nefislerini kamil iman ve üstün ahlak ve salih amel ile temizleyenler de sırf kendi menfaatlerine olarak temizlenmiş olurlar. Öyle ya akıbet gidiş Allaha’dır. Herkes ona göre mukafat veya cezasını alacaktır. 19-22- “Körle gören bir değildir.” Bu cümlede mümin ile kâfirin temsilî olmak üzere yukarıdaki “Hem iki deniz eşit olmuyor” Fâtır, 35/12 âyeti üzerine matuf denilmiş ise de “Fakat sen ancak Rablerinden korkanları sakındırırsın.” Fâtır, 35/18 hükmünün açıklamasının devamında istinaf yeni bir cümle olması bizce daha uygundur. 23-26- Sen ancak bir uyarıcısın, bir habercisin, zorba ve musallat değilsin, yani âyette yapılan “kasr” ancak sen, diye yapılan tahsis ifadesi, müjdeci olmadığını ifade için değil, fiilen azab memuru olmadığını ifade etmek içindir. Nitekim bunu vurgulamak için “Biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik..” buyurulmuştur. Ve hiçbir ümmet yoktur ki içlerinde bir korkutucu geçmiş olmasın. Şu halde Araplarda da geçmiştir. Kasas Sûresi’nde beyan olunduğu üzere Tevrat’tan önce, ilk zamanda kurun-i ûlâda geçmiştir. Kurun-i vustâ orta zamanda yani Musa’dan Hz. Peygamber’in gönderilişine kadar geçmedi. Meâl- Şerifi 27- Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi. Biz onunla renkleri başka başka meyveler çıkardık. Dağlarda da yollar, beyazlı kırmızılı çeşitli renklerde ve kapkara topraklar var. 28- Yine insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da türlü renklileri vardır. Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar. Şüphe yok ki Allah çok güçlüdür. Hüküm ve hikmet sahibidir. 29- Allah’ın kitabını okuyan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar. 30- Çünkü Allah mükafatlarını kendilerine tamamen ödedikten başka, lütfundan onlara fazlasını da verecektir. Çünkü O çok bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir. 31- Kitaplar içinde sana vahyettiğimiz kitap da kendinden öncekileri tasdik edici olmak üzere bir haktır. Şüphe yok ki, Allah, kullarının bütün hallerinden haberdardır ve her şeyi görendir. 32- Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah’ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük lütuftur. 33- Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir. 34- Onlar orada şöyle derler “Hamd olsun Allah’a, bizden o üzüntüyü giderdi. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir.” 35- “Lütfundan bizi durulacak bir yurda kondurdu. Burada bize yorgunluk gelmeyecek, burada bize usanç gelmeyecektir.” 36- İnkâr edenlere gelince, onlara cehennem ateşi vardır. Hüküm verilmez ki ölsünler, kendilerinden biraz azab da hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız. 37- Onlar, orada şöyle feryad ederler “Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapageldiklerimizden başka salih bir amel yapalım.” Onlara “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O halde azabı tadın. Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur.” denir. 27- “Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi..” Burada yine yüce Allah’ın tabiat üzerinde tasarruf ve Rablığını gösteren ve onu bir su gibi bir tek sebep altında, çeşitli özellikler ve yetenek ile, çeşitli görüntülerle, değişik değişik cinslere ve çeşitlere ayıran iradesinin bir alameti demek olan “ıstıfa”, seçme kanunun açık ve önemli bir hatırlatma ve uygulaması vardır. “Onunla çıkardık..” Burada ifade üçüncü tekil şahıstan gıyab birinci çoğul şahsa tekellüm yönelmektedir. Yani indirdik de, o su ile şunları çıkardık. Renkleri çeşitli olmak üzere bir çok meyveler, ürünler. Demek ki onları çıkaran suyun özelliği, yapısı değil, Allah’ın iradesidir ve meyvelerin birbirinden farklı olması, çeşit çeşit olması yaratıcının muradıdır. Bilinmektedir ki çeşitli meyvelerin yalnız renkleri değil, daha birçok özellikleri ve yapıları da değişiktir. Ancak renkleri pek belirgin olduğu için, onların zikriyle diğerleri söylenmemiş, bununla yetinilmiştir. Hem bu yalnız bitkilerde değil, dağlardan da “cüdde”ler, yol yol alacalar var. CÜDED Cim harfinin ötresiyle “cüdde”nin çoğuludur. Cüdde bir rengi diğer renkten ayıran yol gibi ayırıcı çizgidir. Nitekim “cim” harfinin üstün okunması ile “cedde” de cadde demektir. Ve kapkara, yani koyu kuzgûnî siyah renkte. GARÂBÎB “Ğayn” harfinin kesresiyle girbîbin çoğuludur. Gırbîb, siyahın şiddetlisi demektir, ki pekiştirme olsun diye abartma için kulanılır. İşte dağların taşlarında ve topraklarında böyle yol, değişik değişik alacalar da sadece bir tesadüf eserinden ibaret değil, yaratıcının özel bir seçimi ve ortaya çıkarmasıdır. 28- İnsanlardan, hayvanlardan, davarlardan da böyle değişik değişik renklileri vardır. Bunlar da öyle şeklî ve manevî görüntülere ayrılarak seçilmişlerdir. Öyle ki insanlar içinde ilmi olanlar, olmayanlar vardır. Fakat Allah haşyetini, Allah korkusunu, Allah saygısını kulları içinden ancak bilginler duyar, ancak Allah’ı bilenler o saygıyı hissederler. Yani “Sen ancak görmeden Rabbinden korkmakta olanları sakındıracaksın.” Fâtır, 35/18 buyurulduğu üzere, Allah saygısını sürekli duyup da Peygamberin uyarmasından yararlanacak ve dolayısıyla temizlenip korunacak olanlar, Allah’ı celal ve cemaliyle, kemal sıfatıyla bilen ilim sahibleridir. Çünkü bir şey hakkında saygı, onun şanına olan bilgi ve bilginin dercesiyle uyumlu olur. Bir kulun da Allah’a dair ilmi ne kadar mükemmel ise, korkusu da o oranda mükemmel olur. Onun için Resulullah “Ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok müttaki olanınızım” demiştir. Niçin Allah’ı bilmek korkmaya sebeb oluyor? Çünkü Allah çok güçlüdür, bağışlayıcıdır. Yalnız bağışlayıcı değil güçlü bağışlayıcıdır. Sadece bir bağışlayıcı olsaydı, O’nu bilmek belki nazlanmaya, mağrur olmaya, hiç korkusuz ümit bağlamaya s ebeb olabilirdi. Fakat Allah yalnız bağışlayan, merhamet eden değil, aziz, hiç bir sebebe boyun eğmeyen, yenilmeyen, hiçbir kanun altına alınma ihtimali bulunmayan, dilediği anda kahredip yerle bir eden, çok kuvvetli, çok azametli, galib ve kahredici bir bağışlayıcıdır. Mağfireti çok olduğu gibi cezası, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah’ı bilmeyenler her haltı ederler. O’nu bir kul ne kadar iyi bilirse, o kadar çok saygılı, o kadar çok hürmetli olur. Bununla birlikte bilginlerin saygısı, korkusu, haşyeti ne kadar yüksek olursa, ümidi de o oranda çok olacağı unutulmamalıdır. 29-Çünkü yani Allah kitabını vird ederek okuyup içindekini izleyenler ve onunla birlikte namazı dürüst kılıp kendilerine rızık kıldığımız şeylerden gizli ve açık, nasıl gerekirse öyle harcayanlar, yani Allah’ın kitabındaki hükümlerin yerine getirilmesi için masraf yapıp zekat ve sadaka verenler öyle bir ticaret ümdi ederler ki asla batmak, iflas etmek ihtimali yoktur. 30- Çünkü Allah onlara ecirlerini tamamı ile ödeyecek, hem de ihsanından artırıp fazlasını vercektir. Çünkü O, Allah hem gafûr, hem şekûrdur O’nun kuvvetini saydıklarından dolayı, bağışlaması ile onların günahlarını bağışlar. Hizmetlerini fazlasıyla takdir edip çalışmalarını makbul kılar. Çünkü kuvvet, inkâr ve nankörlüğe karşı “kahr”ı gerektirdiği gibi, hizmet ve şükre karşı da nimet ve ikramı gerektirir. Şu halde Allah’tan en çok korku duyan bilginler olunca, Allah’ın kulları içinde en çok şeref verdiği de bilginler olmuş olur. Bu yüzdendir ki, “İlim rütbesi bütün rütbelerin üstündedir.” İlmin bu özelliği de yalnız nazarî teorik özelliği ile değil, amelî pratik özelliği iledir. Çünkü yukarıda “Onu da iyi amel yükseltir.” Fâtır, 35/10 buyurulduğu gibi, burada da korku ve makbuliyetin bir özelliğe dayanması gösterilmektedir. 31-Şimdi de ilâhî tercihde kitapların en seçkini Kur’ân, ilmini Hakk’ın vahyinden alan peygamberler içinde de en seçkini Muhammed Mustafa, ümmetlerin içinde en seçkini Muhammed ümmeti, onlar içinde de en seçkini Kur’ân hafızları olan ilim adamları olduğu hatırlatılmak üzere buyuruluyor ki Kitaplar içinde sana vahy ile gönderdiğimiz kitap var ya, önündekileri tasdik edici ve ayırıcı olmak üzere hak olan ancak odur. Diğerlerinde onun tasdikine erişmeyen noktalarla amel edilemez. Şüphe yok ki Allah kullarından herhalde haberdardır, onları görmektedir. Batın ve zahirleriyle bütün özelliklerini kuşatmıştır. 32-Onun için seni layık görmeseydi, bunu sana vahy etmez, seni böyle son Peygamber Muhammed Mustafa kılmazdı. Sonra o kitabı, yani Kur’ân’ı kullarımızdan seçtiğimiz seçkinlere miras kıldık. Yani senden sonra ümmetin olan kullarımız içinden seçip beğendiğimiz süzme kulları ona varis kıldık. Bu şekilde Muhammed ümmeti en ileri, en süzme ümmet olduğu gibi, onlar içinde de en seçkinleri, Kur’ân’ı ezberleyen kimseler olarak peygambere varis olan bilginlerdir. Ki onlar içinden de kimisi nefsine zulmeder, kitaba varis olduğu halde gereği gibi okuyarak, amel edemeyerek. kimi de muktesıd, orta yoldadır. Kâh amel ediyor, kah etmiyor. Kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda ileri gider. Hayırlarda öne geçer, imam, önder, reis başkan olur ki, işte asıl peygamber varisi olanlar, “Hayır yarışlarında, ta öne geçip kazananlar Onlar öncüdürler. İşte onlar en çok yaklaştırılmış olanlardır. Naiym cennetlerindedirler.” Vâkıa, 56/10,11,12 övgüsüne ermiş bulunanlar onlardır. İşte büyük lütuf budur. Böyle hayırlarda ileri gidip öne geçmektir. 33- 37-Şöyle ki Adn cennetlerine girecekler ve orada altın bileziklerden zinetlenecekler, hem de inci ve altın bileziklerden. Allah, en iyisini bilir. Dünyada o hayırlar yapmak için ettikleri infakları kazanmalarına sebeb olan sanatlar, yükselmelerine araç olan salih amellerdir. Bundan dolayı olsa gerektir ki “Sanat altın bileziktir” sözü bizde meşhur bir atasözü olmuştur. Âyette geçen “inci” kelimesi altınların duru ve saflıklarından kinayedir. Yani ikamet yurdu, ikametgah, ikamet vatanı, kalınacak yurt, düşünüp anlayacak kimsenin düşüneceği kadar bir süre size ömür vermedik mi? Tecrübe zamanı dahi denilen bu süreyi yaşayan bir kimse için yaratanını bilmemekte bir özür kalmamıştır. Bu süre hakkında çeşitli rivayetler gelmiştir. Altmış, kırk altı, kırk, büluğ yaşı, yirmi, yirmiden altmışa kadar denilmiş ise de gerçek yüzünü Allah bilir. Büluğdan sonra her ölen hakkında bu süre gerçekleşmiş demektir. Altmış, Peygamberden rivayet edildiği üzere en üst sınırı demektir. Yani bundan sonra kâfirliğe hiç mazeret kalmıyor demektir. “Size uyarıcı da geldi.” Bu da hükümlerin ayrıntısına göredir. Meâl-i Şerifi 38- Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o, sinelerin içinde olanları da bilir. 39- Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. Artık kim küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfürleri, Rablerinin katında kendilerine buğzdan başka bir şey artırmaz, kâfirlerin küfürleri kendilerine zarardan başka bir şey artırmaz. 40- De ki “Gördünüz ya, Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ortaklarınızı! Gösterin bana, yer yüzünden neyi yaratmışlardır?” Yoksa onların gök yüzünde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz kendilerine bir kitap vermişiz de ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır o zalimler, birbirlerine aldatmadan başka bir vaadde bulunmuyorlar. 41- Doğrusu gökleri ve yeri yok oluvermekten, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer yok oluverirlerse, onları O’ndan başka kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranır, çok bağışlayıcıdır. 42- Olanca güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ilerideki ümmetlerin herhagi birinden daha doğru yolda olacaklardı. Fakat kendilerine uyarıcı bir peygamber geldiği zaman bu, onların sırf ürküntülerini artırdı. 43- Bu da yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. 44- Yeryüzünde gezip bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Halbuki onlar, bunlardan daha kuvvetliydiler. Ne göklerde ve ne de yerde hiçbir şey Allah’ı aciz bırakamaz. Çünkü o her şeyi bilendir, her şeye kâdir olandır. 45- Bununla beraber Allah, insanları kazandıkları günahlar yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet ecelleri gelince gereğini yapar. Şüphe yok ki Allah, kullarını görmektedir. 38-39- O’dur ki sizi yeryüzünde halifeler kıldı. Hilafet verip bundan böyle ilâhî hükümlerin yerine getirilmesine memur eyledi. Bu âyet Muhammed ümmetine geleceğin hükümranlığını vaad eden gayıb haberlerindendir. Mekke’de bu sûrenin nazil olduğu zaman, düşünülürse, bu âyetin ne büyük bir mucizeyi kapsamakta olduğu kolaylıkla kabul edilir. Şüphe yok ki, bu çok büyük nimettir. İmdi her kim küfreder; böyle nimete karşı nankörlük eder de iman ve şükür yolunu tutmazsa, inkârı sırf kendi aleyhinedir. Cezasını kendi çeker, öyle ya, kâfirlere inkârları Rablarının katında, buğz edilen kimseler olmaktan başka bir şeyi artırmaz. Küfür, bir küfran, bir nankörlük olması itibariyle, Allah yanında buğz edilen, gazaba uğrayan, nefret edilen kişi olmaktan başka bir sonuç vermez. Ve kâfirlere küfürleri zarardan başka bir şey artırmaz. Çünkü imansızlık hem mahrumiyet, hem de felaket sebebidir. 40-Ey Peygamber! De ki Gördünüz mü Allah’tan başkasından çıkardığınız ortaklarınızı? Yani Allah’a ortak koşarak taptığınız veya adına davet eylediğiniz mabudlarınızı gösterin bana, bu yeryüzünden neyi yaratmışlar? Başlıbaşına yaratmışlar da siz onlara tapıyor, onlara yalvarıyorsunuz, halkı onlara çağırıyorsunuz? Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var? Yeryüzünden hiçbir parçayı bağımsız olarak başlıbaşına yaratmadılarsa da göklerde yaratma veya diğer bir hüküm ve tasarruf itibarıyla Allah’a ortak olarak katılmaları mı var? Hâşâ, ne o, ne de o; hiçbiri de olmadığı apaçık belli iken, bilinirken nasıl olur da siz onlara tapar veya davet edersiniz? O ne cahillik, ne ahmaklık, ne haksızlık! Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de kendileri ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Yerde gökte bir ortaklıkları olmadığı malum olmakla birlikte, biz onlara mabudluk payesi verdik, ilahlığımıza ortak kıldık diye ellerine bir kitap, bir ferman vermişiz de bundan dolayı açık bir delile, kesin bir hüccete mi sahip bulunuyorlar. Hayır yalnız zalimler birbirlerine sadece bir gurur, sırf bir aldanış vaad eder dururlar. Onlar bizim Allah yanında şefaatçilerimizden diye öncekiler sonrakileri, başlar geridekileri aldatır giderler. Bu âyetin hükmün yalnız putperestlere değil, Allah’tan başka gerek put, gerek melek, gerek hükümdarlar ve gerekse diğer herhangi bir şeye tapan müşriklerin hepsine genel ve hepsini kuşatır olduğunda şüphe yoktur. 41- Şüphe yok ki gökleri ve yeri yok olmamaları için Allah tutuyor. Yani şirk ve zulüm öyle fena, o kadar büyük cinayettir ki onun uğursuzluğundan yerler, gökler yıkılır; çünkü onlar ancak adalet ve hak ile ayaktadırlar. Hakkın dengesi bozulunca kendilerini tutamazlar. Varlıklarında, başkasına muhtaç oldukları için kendilerine yeterli değildirler. Onun için haksızlık âlemin düzenini bozar. Allah’a şirk koşmak ise en büyük zulüm olduğundan, müşriklerin meydan alan yayılan zulüm ve fesatlarıyla alem yıkılmak üzere bulunuyor. Fakat Allah onların belirli vakitlerinden önce yok olmalarını istemediği için tutuyor, muhafaza buyuruyor da henüz yıkılmıyorlar. Yemin olsun ki, eğer yok olurlarsa onları ondan sonra, o yok olmaktan sonra, yahut Allah’tan başka hiçbir tutacak yoktur. O cidden halim ve gafur bulunuyor. Çünkü ululuğuna karşı yapılan o şirk ve zulüm yüzünden “Neredeyse gökler parçlanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecektir”. Meryem, 19/90 âyetinin ifadesince, yıkılmak üzere bulunan gökleri ve yeri tutuyor. 42- “Olanca güçleriyle yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, diğer ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardı.” Çünkü Kureyş kitap ehlinin peygamberlerini yalanladıklarını işitmişler ve şöyle demişlerdi “Allah, yahudilere ve hıristiyanlara lanet etsin, eğer bize bir peygamber gelseydi, herhalde biz ümmetlerin her birinden daha çok doğru yola girerdik.” Sonra da kendilerine bir peygamber, yani Muhammed geldiği zaman onlara fazla bir ürkeklik verdi, 43-yeminleri gibi hakkı kabul değil de, haktan bir kaçınma yeryüzünde bir kibirlenme, yahut kibirlendikleri için kötülük hilesi, suikast düzeni, “Hani bir zaman o inkâr edenler seni tutup bağlamaları veya seni öldürmeleri yahut seni çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.” Enfal, 8/30 ifadesince o Peygamberin canına kıymaya hazırlanma tertibi. Halbuki kötü hile, tuzak, sırf sahibinin yani yapanın başına geçer. Nitekim onların tuzağı da “Bedr”de başlarına geçti. Demek ki onlar da sırf öncekilerin sünnetine bakıyorlar. Önceki inkâr eden, kötülük yapan ümmetlerin başlarına gelen Allah’ın adetini, ilâhî kanunu gözetiyorlar. O halde Allah’ın sünnetinde adetinde bir değişiklik bulamazsın. Hakkı inkâr edenlere ve kötülük yapanlara azab kanununu, İslâm dinini yürürlükten kaldıracak değildir. Ve Allah’ın sünnetinde adetinde bir değiştirme de bulamazsın. O azabı, hak edenlerden başkasına çevirmezsin de. 44- Yeryüzünde dolaşıp da bir bakmadılar da mı, bir kısım, âyetin önce geçen ifadesine ma kabline bir delil getimedir. Yani Şam’a, Yemen’e, Irak’a, ticaret ve herhangi bir sebeble gidiş gelişlerinde hiç bakıp görmediler de mi? Peygamberlerini dinlemeyen geçmiş ümmetler şu yeryüzünde nasıl helak olmuşlar, yurtları nasıl harabelere dönmüş? Halbuki onlar, o Âd’lar, Semud’lar, kendilerinden çok kuvvetli idiler. Allah’ın emirleri dairesinde hareket etmedikleri için azab kanunlarıyla kökleri kazındı. ne göklerde, ne yerde hiçbir şeyin Allah’ı aciz bırakmak ihtimali yoktur. Çünkü O, âlim, kadir bulunuyor. Her şeye karşı ilmi, kudreti, nihayetsiz olan yüce Zat ise, hiçbir şekilde aciz olmaz. 45-Peki öyle de, bu kadar kâfirleri, müşrikleri niye yaşatıyor da mahvedivermiyor? denilirse, buyuruluyor ki Eğer Allah bütün insanları kazandıkları ile, kazandıkları günahları yüzünden hemen hesaba çekiverecek olsa, yeryüzünde hiçbir deprenen bırakmazdı. İnsan günahlarının uğursuzluğundan bir hayvan bile kalmazdı demişlerse de, deprenir bir insan bırakmazdı mânâsına olması daha makuldür. Çünkü şu fıkralardaki “onlar” zamirinin, akıllı olan varlıklarda kullanılması daha açıktır. Fakat, derhal hesaba çekivermez de o insanları belirli bir süreye kadar te’hir eder, geri bırakır ki o kıyamet günüdür. Ecelleri geldiği zaman da şüphe yok ki Allah kullarını görüp duruyor. Hiçbirini kaçırmaz, her ne kazançları varsa, ona göre iyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük cezalarını verir. Bu cümle “onun kulları” nitelemesiyle, kulluğunu bilen kullara bir teselliyi bildirmekle birlikte, herkes için ağır bir azarlamayı hatırlatan korkunç bir uyarıdır. Ve işte bu sonucu, açık bir heyecan ile doyurup yaşatmak için, Yasin Sûresi ilâhî aşk ile çarpan, vuslata ulaşan bir kalbin çarpıntısı ile takib edecek ve açıklayacaktır. Şüphesiz her şeyi görürsün Yâ Rab! Biz kullarını da bütün hallerimizle görür gözetirsin, gözet, lütuf ve rahmetinle gözet, ilâhî!
Fatır Suresi Türkçe Kuran meali, Fatır Suresi 1. Ayeti Açıklaması, Arapça ve Türkçe okunuşu, yazılışı – Fatır suresi 1. Ayet tefsiriFatır SuresiFatır Suresi, Mekke döneminde inmiş, Kuran-ı Kerim’de 35. suredir. Adını ilk ayette “Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı” yer alan “Fâtır” kelimesinden kelime anlamı olarak; “Her şeyi en üstün sanatıyla yaratan, yoktan var eden, yaratan Allah” anlamına ismi aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın ismi ve sıfatı olarak da Suresi 1. Ayetالْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١﴾Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîrkadîrun.Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sahip melekleri, resûller elçiler kılan Allah’a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki Allah, her şeye Kelime Anlamı ve Analiziel hamdu hamdlillâhi li allâhi Allah’ındır, Allah’a aittirfâtırıyaratanes semâvâti semalar, göklerve el ardı ve yercâili kılanel melâiketi meleklerrusulen resûller, elçilerulî sahipecnihatin cenahlar, kanatlarmesnâ ikişerve sulâse ve üçerve rubâa ve dörderyezîdu artırırfî el halkı yaratışta, yaratmadamâ şeyyeşâu dilerinne allâhe muhakkak ki Allahalâ üzerinekulli herşey’in şeykadîrun kadîr olan, gücü yetenFatır Suresi 1. Ayet TefsiriYüce Allah gökleri ve yeri sınırsız nimetlerle süslemiştir. Gökler ve zemin bütün nimetlerin ve nimete kavuşan tüm varlıkların dilleriyle Rahmet ve şefkati sınırsız olan ve her şeyi yoktan yaratan Allahü Teala’ya sonsuz hamd, şükür ve medih şehirleri, memleketleri içinde en harika tarzda yoktan yaratan Allah’ın verdiği cihazlar ve kanatlarıyla seyahat eden insanlar, hayvanlar ve kuşlar gibi gökteki saraylar olan yıldızlar ve yüce memleketleri olan göklerde gezmek, uçmak, hareket etmek için o yerlerin sakinleri olan meleklere kanatlar veren sonsuz haşmet sahibi, şanı yüce olan Zât-ı Zülcelâl her şeye sineğe bir meyveden bir meyveye, bir serçeye bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren, gökteki Zühreden Çoban yıldızı Müşteriye Jupiter gezegeni, Müşteriden Zuhale Satürn gezegeni uçacak kanatları O melâikeler melekler; yer yüzü sakinleri yani yer yüzünde yaşayanlar gibi sınırlı, küçük bir iradeye sahip olmadıklarından belirli bir mekan onları kaydedemiyor. Aynı vakitte dört veya daha fazla yıldızlarda bulunduklarına işaret ederek, “İkişer, üçer, dörder” kelimesiyle ayrıntılı bir şekilde bu küçük bir hadise olarak “Melâikeleri kanatlarla teçhiz etmek donatmak” tabiri, büyük ve kapsamlı bir şekilde Allah’ın kudretinin büyüklüğüne işaret ederek “Muhakkak ki Allah herşeye kâdirdir.” cümlesiyle Allahu Teala’nın kudretinin büyüklüğünü ifade ve tesbit KonularFatır Suresi MealiFatır Suresi FaziletleriFatır Suresi 29 30 Facebook’tan takip etmeyi unutmayın!
Bayraktar Bayraklı Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an MealiSonra bu kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan bazısı kendilerine haksızlık ettiler. Bazıları orta yolu tuttular. Kimileri de hayır işlerinde Allah'ın izniyle öne geçtiler. İşte bu en büyük Okuyan Kur’an Meal-TefsirSonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık.* Kimi kendisine haksızlık eder;* kimi ortadadır; kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öndedir. Asıl büyük lütuf işte Yüksel Mesaj Kuran ÇevirisiSonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Onlardan kimi kendilerine zulmedenlerdir, kimi orta yolu tutar, kimi de ALLAH'ın izniyle iyi işlerde öncüdür. İşte büyük lütuf kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Kitap'ı miras bıraktık. Onlardan bir kısmı kendilerine zulmederler, onlardan bir kısmı ortalama bir yol tutarlar, onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayırlarda önde giderler.* İşte büyük fazilet Vakfı Süleymaniye Vakfı MealiSonra kullarımızdan seçtiğimiz kimseleri Allah'ın izniyle bu Kitaba mirasçı yaparız. Onlardan kimi kendine kötülük yapar, kimi orta yolda gider, kimi de iyilikler konusunda en önde olur. İşte büyük üstünlük en önde Rıza Safa Kur'an-ı Kerim GerçekSonra, kullarımızdan seçtiklerimizi, Kitap'a kalıtçı yaptık. Böylece, onlardan bir bölümü kendisine yazık eder, bir bölümü orta yolda gider; bir bölümü de Allah'ın izniyle, iyiliklerde öne geçer. İşte bu, büyük İslamoğlu Hayat Kitabı Kur’anDerken, bu ilahi kelamı tebliğ işine kullarımızdan seçtiklerimizi varis kıldık fakat onların içerisinden kimisi kendine zulmeder, kimisi ortalama bir yol tutar, kimisi de Allah'ın izniyle her iyi şeyde öncülük eder bu, işte budur muhteşem zafer!Yaşar Nuri Öztürk Kur'an-ı Kerim MealiSonra, kullarımız arasından seçtiklerimizi Kitap'a mirasçı kıldık. İçlerinden öz nefsine zulmeden var. Orta yolda gideni var. Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçeni var. İşte bu, büyük lütfun ta Bulaç Kur'an-ı Kerim ve Türkçe AnlamıSonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın sadeleştirilmiş Sonra Biz, o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta giden yolu tutan var, Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte büyük lütuf Esed Kur'an MesajıBiz, bu ilahi vahyi kullarımızdan seçtiklerimize miras olarak bahşettik. Onlardan bazısı kendilerine zulmeder, bazısı doğru ile eğri arasında ara yolu tercih eder, bir kısmı da Allah'ın izniyle iyilikte başı çekenlerden olur. Bu ise en büyük İşleri Kur'an-ı Kerim Türkçe MealiSonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Muhammed'in ümmetine miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük Hamdi Yazır Kur'an-ı Kerim ve Yüce MealiSonra biz o kitabı kullarımızdan süzdüklerimize miras kıldık, onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesıd, orta giden var, Allahın izniyle hayırlarda ileri geçenler var, işte büyük fadl oSüleyman Ateş Kur'an-ı Kerim ve Yüce MealiSonra Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir. İşte büyük lutuf Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Tanrı'nın izniyle hayırlarda yarışır, öne geçer. İşte bu, büyük fazlın Basri Çantay Kur'an-ı Hakim ve Meal-i KerimSonra bir o kitabı kullarımızdan beğenib seçdiklerimize miras bırakdık. İşte onlardan kimi nefsine zulmedendir, onların ba'zısı mu'tedildir, onlardan bir kısmı da Allahın izniyle hayrat ve hasenat yarışların da öncü ol up kazan andır. İşte bu, büyük fazl -u kerem in ta Biz; kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmedicidir, kimi de muktesiddir. Kimi ise Allah'ın izni ile hayırlara koşandır. İşte bu; büyük lutfun Piriş Kur'an-ı Kerim Türkçe AnlamıSonra bu kitaba, kullarımızdan seçtiğimizi mirasçı kılarız. Onlardan kendine zulmeden de olur, onu tasdik eden de. Onların arasında Allah'ın izniyle hayırlarda yarışanlar vardır. En büyük fazilet Yıldırım Kuran-ı Kerim ve MealiSonra Biz, kitabı seçtiğimiz kullarımıza miras verdik. Kullarımızdan kimi nefsine zulmeder. Kimi mutedildir, orta yolu tutar. Kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf Hulusi Türkçe Kur'an ÇözümüSonra kullarımızdan süzüp seçtiklerimizi Hakikat ve Sünnetullah bilgisine varis kıldık! Onlardan kimi nefsine zulmedicidir hakikat bilgisinin hakkını vererek yaşayamaz... Onlardan kimi muktesiddir arada, kah hakikatini hisseder kah bedenselliğe düşer... Onlardan kimi de Bi-iznillah Esma açığa çıkışının elvermesiyle hayırlar - yaşantıları ile öne geçendir... İşte bu büyük lütuf, üstünlüktür! Not Bu ayeti açıklayan bir hadis-i şerif Ebud Derda r. a. dedi ki, Hz. Rasulullah'ı şu ayeti yani bu 32. ayeti okurken işittim de şöyle buyurdu "Hayratlar ile öne geçene gelince, o hesap görmeden cennete girer... Muktesid arada olan ise kolay bir hesapla hesaba çekilir... Amma nefsine zulmedene gelince, kendisine hemm hüzün - üzüntü dokununcaya kadar bir makamda oturur, sonra cennete dahil olur"... Sonra şu ayeti okudu "Hamd, hazanı üzülmeyi bizden gideren tüm kuvvelerin sahibi Allah'a aittir... Muhakkak ki Rabbimiz, Ğafur'dur, Şekur'dur. {34. ayet}" Müsned-i A. HanbelEdip Yüksel Eski Baskı Mesaj Kuran ÇevirisiSonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Onlardan kimi kendilerine zulmedenlerdir, kimi orta yolu tutar, kimi de ALLAH'ın izniyle iyi işlerde öncüdür. İşte büyük lütuf Aktaş Eski Baskı Kerim Kur'anSonra kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Kitap'ı miras bıraktık. Onlardan bir kısmı kendilerine zulmederler, onlardan bir kısmı ortalama bir yol tutarlar, onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayırlarda önde giderler.* İşte büyük fazilet Khalifa The Final TestamentWe passed the scripture from generation to generation, and we allowed whomever we chose from among our servants to receive it. Subsequently, some of them wronged their souls, others upheld it only part of the time, while others were eager to work righteousness in accordance with GOD's will; this is the greatest Monotheist Group The Quran A Monotheist TranslationThen We inherited the Book to those whom We selected from Our servants. Subsequently, some of them wronged themselves, and others upheld it partly, while others were eager to work righteousness in accordance with the will of God; such is the great Quran A Reformist TranslationThen We inherited the book to those whom We selected from Our servants. Subsequently, some of them wronged themselves, and others upheld it partly, while others were eager to work righteousness in accordance with God's will; this is the greatest triumph.
FATIR SURESÎ Gîriş Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meleklerin Kanadı Allah'ın Kudreti Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Kâfirlerin Azabını Gerektirenler Yerin Diriltilmesi Allah'ın Huzuruna Varan Söz Amelin Yüceltmesi Kötü Tuzak Kuranlar Ömrün Uzanıp Kısalması Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Kıtmır Kelimesi Ne Demektir? Allah Dilediğini Yapar Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Diri Ve Ölüden Maksat Nedir? Allah'dan Hakkiyle Korkan Alimlerdir Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Allah, Kitabını Kime Miras Bıraktı Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Nankörlüğün Cezasını Nankör Çeker Zalimlerden İbret Almak Gerektir FATIR SURESÎ Gîriş Mekke'de nazil olmuştur, 45 ayettir. Bu sureye Melaike» Suresi de denilmiştir. İbn Abbas Ka-tade'den gelen rivayete göre bu sure Mekkî'dir. Meoma'ul-Beyan' da Hasan, Mekkî olduğunu söylemiştir. Ancak 29, 30 ve 32. ayetleri istisna etmiştir» denilmektedir. Bu sure gerek Fahr» kelimesini, gerekse Melaike» kelimesini birinci ayetten almıştır. Ayetleri, Medineliler'in sayımına göre 46, Şamhlar'a göre 46, diğer sayımlara göre ise 45'dir. Bu sure genel olarak şu konulan kapsamaktadır 1- Allah'ın sıfatlarına dikkatleri çekmek. 2- Hz. Peygamberi teselli etmek. 3- Şeytanın kendilerine düşman olduğuna insanların difc katini çekmek. 4- Kısaca müminlerin ve kâfirlerin haline değinmek. 5- Kâinattaki her şeyin tevafuk olduğuna dikkatleri çekmek. 6- Büyüklük ancak Allah katındadır meselesine dikkati çekmek. 7- İnsan yaradılışının tüm safhalarının ve ömrün uzayıp kısalmasının Allah'ın elinde olduğu. 8- Her şeyin insanlar için müsahhar kılındığına dikkatleri çekmek. 9- Mülk Allah'ındır, O'nun dışında insanların kendilerince edindikleri ve taptıkları ilâhlar hiçbir şeye sahip değildir. 10- însan fakir, Allah zengindir. Dilerse onları siler, yeni bir halk yaratır. 11- Hiç kimseıin başkasının günahından sorumlu olmadığı hususuna dikkati çekmek. 12- Uyarmanın fayda sağladığı kimseler. 13- Hz. Peygamber sadece bir uyarıcıdır. 14- Her ümmete bir peygamber gönderildiği meselesine dikkati çekmek. 15- Peygamberleri yalanlayanların sonu. 16- Allah'tan gerçek mânâda ancak alimlerin korkacağı meselesine dikkati çekmek. 17- Allah'ın Kitabı'nı okuyan, namaz kılan ve zekât verenlerin hallerine dikkati çekmek. 18- Kur'an'ın hak olduğuna ve miras sahiplerine işaret etmek. 19- Cennet ve cennettekilerin genel durumları. 20- Cehennem ve cehennemliklerin genel durumları. 21- Yer ve göklerin gaybını ancak Allah bilir. 22- İnsanları yeryüzünde halife kılan Allah'tır. O halde kâfirlerin küfrünün kendilerine zarar vereceği muhakkaktır. 23- Müşriklerin haline değinmek. 24- Yer ve gökler Allah'ın tutmasıyla dururlar. 25- Müşrikler sözlerinde durmazlar. 26- Allah'ın sünneti değişmez. 27- İbret almak için seyahat ve daha güçlü insanlardan ibret almak meselesine dikkati çekmek. 28- Günahların gerektirdiği felâketler belli bir süreye kadar uzatılır. Bu surenin, kelime sayısı 970, harf sayısı ise 3130'dur. [1] Meal Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla 1- Hamd, göklerin ve yerin yaratıcısı olan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a mahsustur. Allah yarattığı şeylerde dilediği kadar artırır. Kuşkusuz ki Allah her şeye kadirdir. 2- Allah'ın insanlar için bir rahmetten açtığım tutan en-gel olan olamaz. Onun tuttuğunu da ondan sonra salacak yoktur. O aziz her şeye galip dir, hakim hükmünde hikmet sahibi dir. 3- Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık veren başka bir yaratıcı var mı? Ondan başka mabud yoktur. Nasıl oluyor da aldatılıp döndürülüyorsunuz? [2] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 1-3 Hamd, göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'a...» Bu Ayetlerin Tefsiri Yani gökleri ve yeri hiçbir misâl olmaksızın, daha önce takip edilmesi gereken bir hazırlık olmaksızın yaratan Allah'a hamdol-sun.Fattr» kelimesi iddia mânâsını taşıyan Fetr» kökünden gelmektedir. Ragıb, Fatır, Allah'ın bir şeyi idare ve iddia etmesi demektir}} diyor. Abd bin Humeyd ve Beyhaki, îbn Ahbas'tan şöyle rivayet ederler Ben Fatır kelimesinin mânasının ne olduğunu bilmiyordum. Ta ki bana. iki bedevi gelip ihtilaflı bir kuyu hakkında sval sordular. Biri Ben onu fetretmişim; yani ilk kazıyan, yücelten benim» dedi. O zaman Fatır'ın mânâsım anladım.} Fetr'in esas mânâsı yarmaktır. Ragıb, Uzunlamasına yarmaktır} diyor. Sonra mecazen bu mânâlarda kullanılmıştır. Esas mânâ ile mecazi mânâ arasındaki uygunluk şudur Gökler ve yer bütün alem mümkündür ve her mümkünde de asi ademdir. Nitekim Cenab-ı Hak'kın Her şey helak olacaktır, ancak Allah müstesna buyurmuştur. Rasûl-ü Ekrem de Allah'ın dilediği olur, Allah'ın dilernedeği bir şey olmaz buyurmuştur. İslâm felsefecileri de bunu açıkça belirtmişlerdir. Mümkün haddi zatmda yoktur ve onu varedecek illet de bahis konusu değildir. Sanki göklerde ve yerde adem yokluk gizli idi. Onîan varetmek suretiyle yarıldılar ve adem yok olmaktan çıktılar. Bazıları Sanki Cenab-ı Hak ademi yokluğu varmış da onları oradan çıkarmıştır» demiştir. Bazıları da Fatır kelimesini bu-roda esas mânâsı üzerine de hamledebiliriz» demiştir. O zaman yağmurlar ve bitkilere işaret eder. Melekleri elçiler yaptı», yani melekleri, kendisiyle peygamberleri ve salih kulları arasında elçi yapmıştır. Melekler vahy ile Cenab-ı Hak'km risaletini peygamberlere, ilham ve rüya-yı sadıka ile de salih kullarına tebliğci kılmıştır. Veya Cenab-ı Hak melekleri, kendisi ile mahlûkatı arasında elçi kılmıştır. Melekler Allah'ın kudretinin eserlerini yağmurlar, rüzgârlar gibi kullara gösterirler. O zaman meleklerden maksat, umuru alemi ellerinde bulunduranlardır, tanzimle meşgul olan meleklerdir. Fakat ikinci yorum pek kuvvetli değildir. Melekler kanatlar sahibidirler.» Ayetin zahirine bakılırsa kanat burada esas mânâsında kullanılmıştır. Fakat kanadın hakikatini ve keyfiyetini bilmiyor ve Bu kanat kuşların kanadı gibi tüylerden meydana gelmiştir» demiyoruz. İkişer, üçer, dörder». Ayetin zahirine bakılırsa bu kelimeler Kanat» mânâsına gelen ecniha kelimesinin sıfatıdır. Fakat burada gayri munsarıftır. Yani tenvin almamışlardır. Çünkü hem kendilerinde sıfat, hem de ta'dil vardır. Mesna, isneyn isneynle ta'dil edilmiştir. Sülase selasetün selasetünle, rubaa da erbaatün erbaatünle ta'dil edilmişlerdir. [3] Meleklerin Kanadı İki, üç, dört kanatlı oluşlarından maksat, müteaddid kanatları olmasıdır. Hiçbirinin kanadı sayı bakımından diğerinin aynı değildir. Ya eksik ya fazladır. Mertebelerine göre kanatlar verilmiştir onlara. Onlarla inerler-çıkarlar. Veya emir aldıkları zaman onlarla sürat yaparlar. Ziynet gibi, Allah'tan haya etmek gibi başka emirlerin parçalan veya tamamı olmaları da mümkündür. Ayetin mânâsı; meleklerden bir grup vardır ki bunların her birinin iki kanadı, bir grup vardır ki herbirinin 3 kanadı, başka bir grup vardır ki onların herbirinin dört kanadı vardır şeklindedir. Ayet, Dörtten fazla veya ikiden az kanat sahibi melek yoktur» demek istemiyor. Hatta bazı müdekkikler Zikredilen sayı, iki, üç, dört, tefavut ve teksir içindir, tayin için değildir» demişlerdir. Yani ille ikiyle başlar dörtte biter demek değildir. Bu iki sayı arasındaki rakamlardan ne fazla ne de eksiktir şeklinde bir düşünce doğru değildir. Müslim, Buhari ve Tirmizi, İbn Mesud'dan şöyle rivayet ederler O Rabbinin en büyük ayetlerinden gördüğü ayet üzerinde Cebrail'i gördü. Cebrail'in 600 kanadı vardı.» Tirmizi, İbn Mesud' dan, o da Aişe validemizden şöyle nakleder Allah'ın "Rasûlü Cebrail'i esas suretinde iki defa görmüştür. Bir defa Sidret'ul-Münte-ha katında, bir defa da Ciyad'da görmüştür. Onun altıyüz kanadı vardı ve gökyüzünü kapatmıştı.» Kanatların tek mi çift mi olduğu şeklinde, onların keyfiyetini kurcalamakta .herhangi bir fayda yoktur. Zaten bu hususta sahih bir haber de bahis konusu değildir. Cenab-ı Hak yaradılışta dilediğini artırır» cümlesi isti'nafi bir cümledir. Daha önceki meleklerin iki, üç, dört kanatlı oluşlarını takrir etmektedir. Meleklerin böyle yaratılmasının Allah'ın meşiyetinin ahkâmından olduğunu ilân etmektedir. Yoksa onların zatlarından böyle bir durum meydana gelmiş değildir. Bu ayet külli bir hükmü açıklamaktadır. Cenab-ı Hak herhangi bir yaradılışta dilediğini yapabilir. Yani onu fazla edebilir, eksik edebilir. Bu, meşiyetine, hikmetine bağlıdır. Hiçbir vasıf onu ihata etmez. Ferra ve Zeccac Bu ayet meleklerin kanatları hakkında gelmiştir» derler. Yani Cenab-ı Hak meleklerin kanatlarında artış yapabilir. Meselâ onları altı kanatlı, yedi kanatlı veya bir milyon kanatlı yapar. Ferra ve Zeccac'm bu görüşü Hasan Basri'den de rivayet edilmiştir. O zaman cümle bir vehmi defetmektedir. Yani insan dörtten fazla kanat olmadığım zanneder. Cenab-ı Hak bu hükümle bu vehmi bertaraf etmektedir. İbn Abbas ayeti Meleklerin ve kanatlarının yaradılışında di- lediğini ziyade eder, artırır» şeklinde tefsir ediyor. Bazı müfessir- lere göre yaradılıştan maksat, insanın yaradılışıdır. Dilediğinden maksat ta güzel ahlâktır. Hakikat şudur ki ayet temsil kabilindendir, hasır kabilinden değildir. Ayet bütün bunları kapsamaktadır. Hatta zahiren güze görünen ve görünmeyen her şeyi kapsar. [4] Allah'ın Kudreti Allah her şeye kadirdir», yani her şeyin yaradılışında dilediğini vacib gördüğünü artırır. Allah'ın insanlar için açtığı merhameti kimse kapatamaz. Cenab-ı Hak burada Fetih» mânâsına gelen Yeftahu» tabirini kullanıyor. Bu işaret eder ki rahmet hazineleri elde edilen en aziz hazinedir. Rahmet kelimesi nekra getirilmiştir, yani Cenab-ı Hak rahmet hazinelerinden hangi rahmeti nimet, sıhhat, emniyet, ilim, hikmet ve daha sayılmayacak kadar konulardan hangisini verirse onu hiç kimse geri alamaz. İbn'ul-Munzîr, Muhammed bin Cafer bin ZÜbeyr'den şöyle rivayet ediyor Urve devenin sırtındaki hevdece bindiği zaman Bu bir rahmettir ve insanlar için açılmıştır» der ve sonra bu ayeti okur. tbn Ebi Hatim, Süddi'den şunu naklediyor Rahmetten maksat yağmurdur.» îbn Abbas Tevbedir» diyor. Fakat burada temsil kastedilmiştir. Yani hiç kimsenin Cenab-ı Hak'km açtığı rahmet hazinelerini kapatmaya gücü yetmez. Allah neyi tutarsa hiç kimse onu göndermeye güç yetiremez. O azizdir», yani her şeye gücü yeter ve gaJibtir. Açmaya da tutmaya da gücü yeter. Hakimdir. O her yaptığım hikmetinin, maslahatının iktizası olarak yapar ve boş bir şey yapmaz. tbn Abbas'tan şunlar rivayet ediliyor Allah'ın nimeti afiyettir.» Fakat en uygunu ayeti tahsis etmemektir. Sadece Mekkelile-re hitaptır» dememek, genel bir hitap olduğunu söylemek gerekir. Cenab-i Hak'kın nimetleri çeşitli olduğundan, varlık, devamlılık nimetleri O'nun nimetlerine münhasır olduğundan Cenab-ı Hak, varlıkta kendisinden başka bir şeyin olduğunu ve bu iki nimetten birinin ondan çıktığını istifham yoluyla yok ederek şöyle buyurdu Allah'tan başka halik var mıdır?» Yani yoktur. Sizi yağmur göndermek, bitki bitirmek suretiyle rızıklandiran ancak O'dur. Binaenaleyh Halik» sıfatı O'na ibadet etmeyi O'na kulluk yapmayı iktiza ettiği gibi sadece ibadeti O'na tahsis etmek için yeter bir nedendir. Ayet, Mutezile'nin Kul, fiillerinin yaratıcısıdır» sözlerini reddettiği gibi ehli sünnetin Allah'tan başka halik yoktur» sözünü de takviye etmektedir. Ondan başka mabud yok» cümlesi isti'nafi bir cümledir. Daha önceki cümleden anlaşılan nefyin takriri için getirilmiştir. Madem Cenab-ı Hak*kın uluhiyet, halikiyet ve razıkiyet sıfatında tek olduğu ortaya çıkmıştır, o halde siz hangi sebebe dayanarak Allah'ın tevhidinden yüz çevirip şirk koşuyorsunuz? [5] Meal 4- Ey Rasûlüm! Eğer seni yalanlıyorlarsa üzülme. Zira senden önce de peygamberler yalanlanmışti. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür. 5- Ey insanlar! Kuşkusuz ki Allah'ın vaadi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakin çok aldatıcı şeytan sizi Allah'ın affı ile aldatmasın. 6- Şeytan hiç kuşku yok ki size düşmandır. Siz de onu düşman edinin. O grubunu alevli ateşin arkadaşlarından olmaya çağırır. 7- Kafir olanlar için şiddetli bir azap vardır. İman eden ve salih amellerde bulunanlar için ise mağfiret ve büyük bir ecir vardır. 8- Kötü ameli kendisine süslendirilip onu güzel gören kimse hakkı hak ve bâtılı bâtıl gören gibi olur mu? Doğrusu Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini hidayete iletir. O halde Ey Basûlüm! Sakın nefsin onlara karşı hasretlerle tükenip gitmesin. Allah onlann neler yapmakta olduklarını çok iyi bilir. 9- Allah o zattır ki rüzgârları gönderir. O rüzgârlar bir bulutu kaldırırlar. Derken biz onu ölü bir ülkeye şevketleriz. Onunla ölümünden sonra yeri diriltiriz. İşte ölülerin dirilmesi de böyledir. 10- Kim izzet şeref istiyorsa şerefin tamamı ancak Allah'" indir. Güzel söz On un huzuruna çıkar. Salih amel onu güzel sözü yükseltir. Kötülükleri tuzak olarak kuran kimselere şiddetli bir azap vardır ve onlann tuzağı mutlaka boşa çıkacaktır. 11- Allah sizi önce topraktan, sonra dökülen bir su meni den yaratmıştır. Sonra sizi çiftler kılmıştır. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak Onun ilmiyledir. Kendisine ömür verilenin ömrünün uzatılması da ömründen eksiltilmesi de mutlaka bir kitapta yazılı dır. Şüphe yok ki bu iş Allah'a çok kolaydır. [6] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 4-11 Ey Rasûlüm! Eğer seni yalanlıyorlarsa.,.» Bu Ayetlerin Tefsiri Dördüncü ayet Hz. Peygamber için bir tesellidir. Cenab-ı Hak belânın genel olduğunu, peygambere ecri ve iyiliği vaadettiğini, düşmanlarına da tehditte bulunduğunu bu ayette belirtiyor. Yani onlar senin tebliğ ettiğin hak hususunda seni yalanlıyorlar ve onları delile boğmana rağmen yine buna devam ediyorlarsa, bil ki senden önceki peygamberler bu durumlar karşısında sabrettiler. Sen de onlara uyarak sabret. Cenab-ı Hak ayetin metnindeki Rusul» kelimesini tazim ve teksir için nekra getirmiştir. Rasûlullah'ı daha fazla teselli etmek, onu daha fazla onlara uymaya teşvik etmek için böyle yapılmıştır. Yani nice ulu peygamberler kavimleri tarafından böyle yalanlandılar, fakat sabır gösterdiler. Sen de sabır göster. Dünya hayatı sîzi aldatmasın», yani dünyaya dalmak, onun süslü püslü eşyalarına gönül vermek suretiyle Kıyamet'te size yararlı olacak amellerde dünya size mani olmasın. Cenab-ı Hak burada dünya ile aldanmamalannı kastediyor. Her ne kadar dünya hayatıyla aldanmayın demişse de, esas dünya ile aldanmayın demek istemiştir. Tıpkı seni asla burada görmeyeyim dediğinde, seni hiçbir yerde görmeyeyim mânâsı kastedildiği gibi. Ayetin sonundaki EIĞarur» kelimesinden maksat, çokça aldatan demektir. İbn Abbas, Hasan ve Mücahid'den gelen rivayete göre Garurdan maksat şeytandır». Marife getirilmesi and içindir. Yani bilinen şeytan, bilinen aldatıcıdır. Genel bir mânânın kaste-dilmesi mümkündür, yani inşam çokça aldatan hiçbir şey, sizi aldatmasın! Meselâ günahta ısrar etmekle beraber Allah affeder» temennisi sizi aldatmasm. Allah bütün günahları affedecektir» diyerek günaha dalmayın. Zira böyle olması mümkün olmamakla beraber bu ümitle günah işlemek, nasıl olsa beden zehiri dışarı atar düşüncesiyle zehir içmek gibidir. Altıncı ayetin başındaki Kesinlikle şeytan sizin için düşmandır» cümlesi Garur kelimesinin^ Şeytan» mânâsında olduğunu te-kid etmektedir. Yani şeytanın size düşmanlığı eskidir. Hiçbir zaman zail olmaz. Ayetin bu mânâya gelmesine isim cümlesi delâlet ettiği gibi, Lekum» tabirinin Aduvvuke» tabirinden Önce geti-rilmesi de delâlet eder. [7] Kâfirlerin Azabını Gerektirenler Kâfirlere, kâfir olduklarından, şeytanın davetine icabet ettiklerinden dolayı şiddetli azap vardır. Müminlere de iman ettiklerinden, salih ameller işlediklerinden dolayı büyük bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.» Binaenaleyh düşmanı olan şeytan tarafından inkârın kendisine süslü gösterildiği kimse, küfrün süslü olmasına iman etmiş ve küfre dalmıştır. O kimse küfrü çirkin görüp ondan sakınan, imam seçip salih amelde bulunan kimse gibi olmaz. Yani kâfirlerle müminler eşit olamazlar. Kâfiri, pis amelini güzel gören şeklinde tabir etmekle, onun son derece sapık olduğuna, sanki aklının tamamen kafasından alınmış olduğuna işaret edilmektedir. Kesinlikle Allah dilediğini dalâlete götürür, dilediğine hidayet eder» cümlesi çirkin amelin güzel görülmesinin sebebini teşkil etmektedir. Bir kimse düşmanın süslü göstermesiyle çirkini na-sil güzel görür? Madem durum budur, ya Muhammedi Nefsin onlar için hasretler çekmesin, üzülmesin. Rasûl-ü Ekrem kavminin iman etmesini şiddetle arzuluyordu ve dalâlette olanlarının da hidayette olanlar zümresine girmesini istiyordu. Bunun üzerine sanki inkâr yoluyla Rasûlullah'a şu soruldu Acaba kötü ameli kendisine süslü gösterilen bir kimse, amelini böyle görmeyen bir kimse gibi olur mu?» Rasûl-ü Ekrem de haliyle Hayır, olmaz» dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, Rasûlullah'a şöyle dedi Madem durum budur, sakın onlar için üzülme. Çünkü Allah dilediğini dalâlete götürür, dilediğine hidayet eder.» Ayet metnindeki Haserat» terimi hasret kelimesinin çoğuludur. Hasret, elden kaçan bir şey için pişmanlık duymak, nedamet demektir. Hasret kelimesi mastar olmasına rağmen, az ve çok mânâsına geldiği halde, çoğul getirilmesi Rasûl-ü Ekrem'in Kureyş'in hali üzerinde çokça durduğuna veya Kureyş'in Rasûlullah'm üzülmesini gerektiren çokça çirkin halleri olduğuna delâlet eder. Bu ayetler, Kendisine kötü ameli süslü gösterilen'kimse» cümlesinden başlayarak buraya kadar, İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre Ebu Cehil ile Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur. [8] Yerin Diriltilmesi Bulutla yeryüzünü ihya etmek»ten maksat, buluttan inen yağmurla veya bulutun kendisiyle ihya etmektir... Çünkü bulut sebebin sebebidir. Yani yağmur bitkilerin çıkmasına sebeptir, bulut da yağmurun sebebidir. Yerin diriltilmesi» orada ağaçların ve bitkilerin yetişmesidir. Ölümü» ise kuruması, bitkilerden hâli olmasıdır. İşte nüşur haşre göndermek böyledir», Nüşur kelimesi Dirildi» mânâsına gelen Neşere» fiilinin mastarıdır. İbn Esir'in Nihaye'sinde Neşe. re meyyitu» ölümden sonra dirildi Enşereullah» Allah onu diriltti şeklinde örnekler verilmiştir. Nüşur kelimesinden maksat, ölülerin Kıyamet'te diriltilmesi demektir. İzzet» kelimesi şeref veya başkasının zulmünden korunmak demektir. Bu ayet, putlarla kendilerini şerefli sayan kâfirler hak. kında nazil olmuştur. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette Allah'tan başka birtakım, bâtıl mabudlar edindiler ki o mabudlar onlar için izzet olsun» buyurmuştur. Bu ayet kalben değil dille mü-nün olan kimseler hakkında nazil olmuştur. Onlar da izzeti kâfirlerle beraber olmakta görürler. Nitekim Cenab-ı Hak O kimseler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Acaba onlar kâfirler katında- izzet mi arıyorlar?» buyurmuştur. İzzetin tamamı Allah'ındır» cümlesi şartın cevabıdır. Yani izzet irade eden bir kimse izzeti Allah'tan talep etsin, başkasından değil. El-İzzet kelime-sindeki eliflâm cins içindir. Yani izzetin bütün fertleri, dünyanın izzeti de Ahiret'in izzeti de Allah'a aittir. Bu ayetle İzzet Allah'ındır, Allah'ın Rasûlü'nündür, müminlerindir» ayeti arasında bir terslik yoktur. Çünkü sadece Allah'a ait olan izzet, mutlak-izzettir. Rasûlullah'a ait olan izzet, Allah'a yakınlığı vasıtasıyla gelen izzettir. Müminlere ait izzet ise Rasûlullah vasıtasıyla olan izzettir. [9] Allah'ın Huzuruna Varan Söz Güzel söz sadece Allah'a çıkar». Bu cümle izzeti elde etmenin yolunu açıklayan bir cümledir. Yani izzeti elde etmek için söz ve fiille Allah'a itaat etmek gerekir. Bazılarına göre bu cümle, izzetin tamamının niçin Allah'a ait olduğunu beyan etmektedir. Çünkü izzet taatla olur. Taat kabul olunmadıkça herhangi bir fonksiyon belirtmez. EI-Kelim kelimesi bir grup alime göre ismi cinstir, çoğul mânâsı ifade eder. Tekili kelime gelir. Güzel sözler» den maksat, Keşşaf ve Bahr'da İbn Abas'tan gelen rivayete göre Lâ ilahe illal-lah'tır. Bunun güzel olması aklı selimin onu güzel görmesidir. On-dan lezzet almasıdır. Çünkü o tevhide delâlet eder. Tevhid de kurtuluşun vesilesidir. Kurtuluş da ebedi nimetin vesilesidir. Veya seran güzeldir veya melekler onu güzel görürler. Veya akü onu kabul eder, reddetmez! Kelim'den maksat kelâmdır. Zira Arapça'da kelime kelâm mâ^ nâsında çokça kullanılmıştır. îbn Cerir, İbn'ul-Munzir, İbn Ebi Hatim ve Beyhaki'nin El-Esma ve Sıfat rivayet ettiklerine göre, İbn Abbas Kelim'ut-Tay-yib'i Allah'ın zikriyle tefsir etmiştir. İbn Ebi Hatim, Şerh bin Havşat'tan şöyle rivayet ediyor Ke~ limuttayib'ten maksat Kur'an'dır». Bazıları Müminlerin salihle-rine hayr ve sena etmektir», bazıları da İçinde zulüm olmayan duadır» demiştir. İmam Fahreddin Razi ve Alusi, Allah'ın zikri veya Allah için olan, nasihat ve ilim gibi her kelâm kelimuttayyib-Ur» demişlerdir. Güzel kelimelerin Allah'a varması» mecazidir. Yani Allah ka-bu] eder. Bazıları Hakiki mânâ da olabilir. Çünkü Cenab-ı Hak mânâları cesetlendirebilir» demiştir. Fakat Allah'a yücelmesi mu-teşabihtendir. Zira Allah mekândan münezzehtir. Ondan sonraki mânâ kabulden kinayedir. Sahibinin şanına Cenab-ı Hak önem veriyor demektir. [10] Amelin Yüceltmesi Ameli salihe gelince, onu yükseltir.» Bu cümlede Yükseltir» mânâsına gelen Yerfeu» fiilinin failinde ihtilâf vardır. Bazıları Bu fiilin faili ameli salihe raci olan bir zamirdir. Öbür zamir de kelimu tayyibe raddir» demişlerdir. Yani salih amel güzel kelimeleri yükseltir. Bu, İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Said bin Mensur'un rivayetine göre Hasan Basri, İbn Cübeyr, Mücahid, Dahhak ve Şehr bin Havşat bu görüş üzerin-dedirler. İbn Cerir, İbn'ul-Munzir, îbn Ebi Hatim ve Beyhaki, İb Abbas'tan şöyle rivayet ediyorlar Salih amel, farzları eda etmektir.» İbn Abbas bunu söyledikten sonra şöyle der; Kim Allah'ı zikrederse, farzları eda ederse onun ameli Allah'ın zikrini yüklenir ve Cenab-ı Hak'kın huzuruna getirir. Kim Allah'ı zikreder, farzlan eda etmezse ameli reddedilir.» Fakat İbn Atiyye bu görüşe şu şekilde itiraz etmiştir Bu görüş ehli sünnet vel cemaatin itikadım reddeden bir görüştür. İbn Abbas'tan sahih olarak varid olduğu kesin değildir. Hak şudur ki farzları terketmek suretiyle asi olan bir kimse, Allah'ı zikrettiği ve güzel bir konuşma yaptığı zaman o zikir onun için yazılır, ondan kabul edüir. Fakat farzları terketmesinin günahı da onun boynunadır. Allah şirkten sakınan her kulundan amelini kabul eder. Salih amelin hoş kelimeleri yüceltmesinden maksat onlann kıymetini yüceltmesidir. öyle bir hale getirir ki onun üzerine sevap terettüp eder. O halde Cenab-ı Hak herhangi bir kavli amelsiz kabul etmez, herhangi bir kavli ancak niyetle kabul eder. Herhangi bir kavli, ameli, niyeti ancak sünnete uymakla kabul eder» şeklindeki hadisin sahih olduğunu zannetmiyoruz. Bazıları Eğer bu hadis sahih ise, temelden kabul etmez demek değil de tam olarak kabul etmez demektir» dediler. Bazı tefsirciler Yerfeu fiilinin faili tayyib kelimelere raci olan bir zamirdir. Meful olan zamir de salih amele raci olur. Yani hoş kelimeler salih ameli yüceltir» demişlerdir. Ebu Hayyan bu görüşü Ebu Salih ve Şehr bin Havşad'a nisbet etmiştir. Tayyib kelimelerin salih ameli yüceltmesinin mânâsı onun güzelliğini artırma-sıdır. Bu ayetin zahirinden, amelin kelâmdan daha üstün olduğu ve bu hususta herhangi bir ihtilaf olmadığı anlaşılmaktadır. Fahred-din Razi'nin tefsirinden zikirle tefsir edilen tayyib kelimenin amelden daha şerefli olduğu anlaşılıyor. Çünkü tayyib kelime, bizzat Allah'ın huzuruna gider. Bu da başkası tarafından Allah'ın huzuruna götürülen amelden daha hayırlı, daha üstün olduğunun delilidir. [11] Kötü Tuzak Kuranlar Kötü şeyleri tuzak olarak kuranlar için şiddetli azap vardır», yani tuzak kurmalarından ötürü onlar için azabı şedid bahis konusudur. O azabın ne kadar şiddetli olduğunu ancak Cenab-ı Hak takdir eder. Bu ayet Ebu'l-Aliye'den rivayet edildiğine göre Dar'un-Nedve'de Rasûlullah'a tuzak kurmaya çalışan kafirler hakkında nazil olmuştur. Nitekim başka bir ayette Hatırla o zamanı ki kâfir olanlar senin hakkında tuzak kurmuşlardı. Seni durdurmak veya öldürmek veya çıkarmak için...» buyurulmuştur. Onların tuzak kurmaları boşa çıkacaktır». Ayetin metnindeki Yeburu» füü Bevar» kökünden gelir. Bu da fiatı ve kıymeti düşük nesne veya helak olmak demektir. Burada fesad boşa çıkarmak mânasında kullanılmıştır. Çünkü helak olanın tesiri yoktur. Zira çokça mebzul kıymetsiz olan bir şey fesada sirayet eder. .Mücahid, Said bin Cübeyr ve Şehr bin Havşat, bu ayetin riyakârlar hakkında nazil olduğunu rivayet ederler. Çünkü Şehr, Yen» kurune» fiilini riya yaparlar mânâsına gelen Yuraune» şeklinde tefsir etmiştir. Yani onlar riyakâr kimselerdir. Bu sebeble onların amelleri Allah'ın huzuruna yükselmez. Allah sizi topraktan yarattın, yani başlangıçta Adem'i topraktan yarattı ve siz de mücmel olarak onun içinde vardınız. Sonra sizi topraktan yaratılmış olan Adem'den gelen meniden mufassal bir şekilde yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı», yani erkekle dişiden meydana gelen sınıflar kıldı. Bu yorumu İbn Ebi Hatim, Süddi'den de rivayet etmiştir . îbn Ebi Hatim, Katade'den şöyle rivayet ediyor Sizin aranızda eş olmayı takdir buyurdu, bir kısmınızı diğeriyle evlendir. di.» [12] Ömrün Uzanıp Kısalması Bir kadının gebe kalması ve doğurması mutlaka Allah'ın 1-miyledir. Yani rahimde olanın veya dünyaya gelmiş olanın hallerini mufassal olarak Cenab-ı Hak bilir. Bir canlıya ömür verilmesi de, diğer bir çavlının ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.» Bazılarına göre, zamir birinci muammere racidir. Muammer, Cenab-i Haklan kendisine ömür verdiği kimsedir. İster uzun, İsterse kısa olsun. Yani Ömrü uzatılmış veya kısaltılmış kimse aynı şahıs olabilir. Onun ömrünün kısaltılmasından maksat, Ömürden geçen kısımdır. Meselâ bir kişiye yüz senelik Ömür yazılır, sonra onun altına bir gün geçti, iki gün geçti diye yazılır. Ta ki son gününe kadar. Bazıları Bir kişinin ömrünün fazlalaştırılması veya eksiltil-mesi değişik sebeplere bağlıdır. Bu sebepler Levh-i Mahfuz'da tes. bit edilmiştir» demişlerdir. Nitekim rivayet olduğuna göre sadaka ömrü artırır. Filan ameli yapması halinde ömrünün artması, yapmaması halinde eksilmesi mümkündür. Bunda takdirin tağyir edildiği anlamı yoktur. Çünkü bu da Cenab-i Hak'kın takdirinde taalluk eder. Her ne kadar Cenab-ı Hak'kın ezeli ilminde, silinme söz konusu değilse de... Bu durum selef arasında böyle anlaşılmıştır. Bunun için Falan insanın Ömrünün uzaması için dua etmek» caizdir. Kâb şöyle diyor Eğer Hz. Ömer Allah'a yalvar-saydı Allah onun ecelini tehir ederdi» Kâb'm bu sözünden, İbnfi Atiyye'nin bu görüşünün reddedilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Mu-tezile'nin dediği gibi iki eceli iktiza eder şeklindeki itirazı hiçbir kıymet taşımamaktadır. Bazıları Min umurihi'deki zamir muammer kelimesine racidir. Eksiklik de başkası içindir» demişlerdir. Yani muammerin ömründe başkası için eksiklik olmaz. Eksik ömürlü bir kimsenin ömründen ona ömür verilmez. Bazıları Zamir ömründe eksilme olana racidir. Her ne kadar ömründe eksilme olan ayetin metninde sarahaten açıklanmamışsa da zikredilmiş olanın hükmündedir» demişlerdir. Zamir ayetin siyakından anlaşılana raci olmuştur. Yani ömrü eksik olan bir kimsenin ömründe eksilme olmaz. Yani ömür eksik kılınmaz. Kitap kelimesinden maksat İbn Abbas'a göre Levh-i Mahfuz'-dur. Bu Allah için kolaydır». Çünkü Cenab-ı Hak sebeplere muhtaç değildir. Ki sebepleri elde edinceye kadar zamanın-uzaması bahis konusu olsun. Haşr da neşr de böyledir. [13] Meal 12- İki deniz bir değildirler. Şu mm suyu tatlı, serinletici ve içilmesi kolaydır. Şununki de tuzlu, acıdır. Böyle iken hepsinden taze et yiyor, giyeceğiniz bir süs çıkarıyorsunuz. Ey Ra-sûlüm! Denizde Allah'ın fazlından rızık aramanız ve şükretmeniz için gemilerin suyu yararak gittiğini görmektesin. Umulur ki şükredersiniz. 13- O, geceyi gündüzün içine, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneş ve ayı emrine müsahhar kılmıştır. Onların her biri belli bir süreye kadar akıp gider. İşte bunları yapan Rabbiniz olan Allah'tır. Mülk O'na mahsustur. Ondan başka çağırmakta olduklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip değildirler. 14- Eğer onları çağirsamz çağırmanızı işitmezler. İşitseler bile size karşılık veremezler. Kıyamet Günü'nde ise sizin ortak koşmanızı inkâr edeceklerdir. Ey Rasûlüm! Her şeyden haberi olan Allah gibi bunu sana hiç kimse haber veremez. 15- Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise Gani olanın tâ kendisidir. O kendisine sürekli hamdedilendir. 16- Eğer Allah dilerse sizi giderir, yerinize yeni bir halk getirir. 17- Böyle yapmak Allah için zor değildir. 18- Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenemez. Günah yükü ağır olan kimse başkasını onu taşımak için ça-ğırsa ve bu çağrılan yakını dahi olsa kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez. Ey Rasûlüm! Sen ancak görmediği halde Rab-lerinden korkan, namazı dosdoğru kılan kimseleri uyarabilirsin. Kim temizlenirse o ancak kendi için temizlenmiş olur. Neticede dönüş Allah'adır. [14] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 12-18 İki deniz bir değildirler...» Bu Ayetlerin Tefsiri Ragıb, Furat kelimesi tatlı su demektir. Hem tek hem de çoğul için kullanılır» demektedir. Kolay yutulur», yani nefsin tiksindiği maddeler içinde olmadığından dolayı kolay yutulur demektir. Milh» tuz demektir. Yani tuz şeklinde, tadı bozulmuş mânasına gelir. Ücac», çok tuzlu demektir. Çok hararetli anlamındadır. Bu ayet müminle kâfir için açıklanan bir darbı meseldir, bir temsildir. Onların ikisinden, yani tatlı sudan da tuzlu sudan da taptaze et yersiniz. Taptaze etten maksat Süddi'den gelen rivayete göre balıktır. Bazıları Kuş ve balıktır» demişlerdir. Fakat müfessirlerin çoğu balık olduğunda birleşmişlerdir. Bazılarına göre balığa et denilmesi, Sadece balık yemek te yararlıdır» mânâsını belirtmek içindir. Tazelikle vasıf-landınlması da onun çok latif olduğunu ifade etmek içindir. Yani süratle yenilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Yoksa kokar, bozulur ve zarar verir. îmam Malik ve îmam Sevri, bu ayetle Et yemem» diye yemin eden bir kimsenin balık yediği takdirde kendisine kefaret gerekeceği şeklinde istidlal etmişlerdir. Diğer müçtehitler Et yemem diye yemin eden bir kimseye balık yerse kefaret gerekmez. Çünkü yeminler Örfe binaendir. Örfte ise balığa et denilmez demişlerdir. Siz iki sudan hem tatlıdan hem de tuzludan giydiğiniz süsler çıkarırsınız». Tatlı ve tuzlu sudan denizden çıkarılan süsler inci, mercan gibi takılardır. Erkekler de kadınlar da bunları ta-karlar. Fakat giyiş keyfiyetleri değişiktir. Onikinci ayetin metnindeki Mevahire» kelimesi giderken de gelirken de bir rüzgâr ile suları yarıp gidiyorlar veya geliyorlar demektir. Ragıb, Bu madde, burnuyla suyu parçalamak mânâsına gelir» demiştir. Zemahşeri de Bu madde suyu yarmak mânâsın-dadır» demiştir. Bazıları ise Mevahir, akan gemilerden çıkan seslerdir» demişlerdir. Güneş ve aydan her biri hareketleri hasebiyle mukadder bir zamana kadar akar giderler.» Bu mukadder zamanı Cenab-ı Hak onların akmaları için takdir buyurmuştur. Bu da Kıyamet Günü' dür. Hasan Basri bu görüştedir Bazıları Onların akmalarından maksat, onlara mahsus olan hareketlerdir» demişlerdir Belirtil-miş ecel» den maksat da onların iki devrelerinin tamamıdır veya son noktasıdır. Son nokta güneş için bir sene, ay için bir aydır. [15] Kıtmır Kelimesi Ne Demektir? Kıtmır» kelimesi İbn Cerir'in Mücahid'den rivayet ettiğine göre hurma çekirdeğini saran bir zardır. Hurmanın etiyle çekirdek arasında olur. Meşhur mânâ budur. Îbn'ul-Cerir ve Îbn'ul-Munzir'in istihraç ettiklerine göre hur-manın başındaki tepeciktir. Yani hurma ile dal arasında bir siper vazifesini gören beyaz bir tepeciktir. Hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın burada kıymetsiz bir şey kastedilmektedir. Yani Allah'ın dışında çağırılanlara kıymetsiz bir şeye dahi sahip değildirler. Onları çağırsanız, duanızı da, çağırmanızı da işitmezler. Yani onlar cansızdırlar. İşitmek onların şanından değildir. Bu yorum bu kelâmın muhatapları putperestler olursa böyledir. Putlara tapanlarla beraber meleklere, Hz. İsa'ya ve diğer mukarreblere Allah'ın dergâhına yakın olan varlıklara tapanların da kastedilmiş olması mümkündür. O zaman işitmezler, yani putlar işitmezler. Eğer onlar faraza sizin çağırdıklarınızı işitseler dahi size cevap veremezler. Çünkü onlara konuşma kuvveti verilmemiştir. Dinlemek de buna dahildir. Veya onlar sizin çağırmalarınızı işitseler bile fiilden aciz olduklarından dolayı size hiçbir yararları dokunmaz. Kıyamet Günü'nde de sizin şirkinizi inkâr edeceklerdir. Yani duanıza cevap vermeyi bir tarafa bırakın, Kıyamet Günü'nde sizin onları Allah'a ortak koşmanızı reddedeceklerdir. Allah put lan konuşma kuvvetine kavuşturacak, putlar onlara Siz bize ibadet etmiyordunuz» diyeceklerdir. Zaten melekler, daha önce de geçtiği gibi, Yarab! Seni tenzih ediyoruz. Bunlar değil sen bizim dostumuzsun. Bunlar cinlere tapıyorlardı. Onların çoğu onlara iman ediyorlardı» cevabım vereceklerdir. Haberi olan» şeklinde tefsir ettiğimiz habir kelimesinden maksat, Cenab-ı Hak'tır. Yani Rabbimiz burada kendisini kastetmektedir. Nitekim bu, Katade'den de rivayet edilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak bütün emirlerin künhünü bilmektedir ve bu hitap Hz. Peygamber'edir. Veya hitap geneldir. Yani Ey dinleyen! Kim olursan ol, hiçbir haber verici habir yer ve gökte hiçbir şey kendisine gizli olmayan Allah gibi sana haber veremez.» Bu cümleden maksat, onların mabudlan hakkında verilen hükmün kesin olduğunu ifade etmektir. Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız...», yani muhtaç olduğunuz bir durumda, başınızdan geçen bir felakette hep Allah'a muhtaçsınız. El-Fukara» kelimesinin eliflâmı, cins veya istiğrak içindir. Fakirliklerinin mübalâğasını belirtmek için marife getirilmiştir. Yani çok fakirsiniz! İnsanlar çok fakir olduklarında, şiddetli ihtiyaca sahip olduklarında sanki hep fakirlerdir. Diğer mahlûkların ihtiyaçları insanların ihtiyaçlarına nisbeten yok gibidir. Bunun için ayette İnsan zayıf olarak yaratılmıştır» denilmektir. Burada Cinler de fakirdirler» şeklinde bir itiraz vaki olamaz. Çünkü cinler yemekte, elbisede ve başka nesnelerde insanlar gibi muhtaç değildirler. Allah el-Gânî'dir, yani herşeyden müstağnidir, başkaları bu vasfa sahip değildir. El-Hamid'dir, yani bütün mevcudata nimet verendir ve nimet verdiğinden dolayı da hamde müstehak olandır. Onun bu vasfının El-Gani'den sonra gelmesi, zenginin fakire yararlı olmayacağı; ancak cömert ise, nimet verici ise yararlı olacağına işaret eder. İşte böyle bir cömerdin övülmeye müstehak olduğu da kesindir. Bu cümle daha Öncekinin tekmili gibidir. Burada muhataplar ve ibadetleri, Allah'ın kendisinden müstağni oldu- ğu, muhtaç olmadığı nesnelere dahil olur. Yani Allah ne sizin ibadetinize, ne de sizin zatınıza muhtaç değildir. Ayetin sebebi nüzulü şudur Hz. Peygamber kâfirleri sürekli iman etmeye davet etmiş ve kâfirler de çokça ısrar göstererek şöyle demişlerdir Herhalde Allah bizim ibadetimize muhtaç ki Mu-hammed bu kadar ısrar ediyor.» Bunun üzerine ayet nazil olmuştur. [16] Allah Dilediğini Yapar Dilerse sizi götürür...» Buradaki hitap eğer amm yani bütün insanlara ise, ayetin mânâsı, eğer Allah dilerse sizi helak etmeyi, yerinize yeni bir halkı getirmeyi kudretiyle yapar demektir. Ki o yeni halk, insanlardan başka bir halktır. Siz onlan tanımazsınız. Eğer hitap müşriklere ise o zaman ayet şöyle yorumlanabilir Ey müşrikler, ey Araplar! Eğer Allah dilerse sizi siler - süpürür, atar, yerinize yeni bir halk getirir ki onlar sizin sıfatınız üzerinde değildirler. Daima Allah'a itaat ederler. Allah'ı birlerler.» Yeni» mânâsına gelen cedid kelimesini bu şekilde tevil eden İbn Abbas'tır. Bu cümle Cenab-ı Hak'kın müstağni olduğunu takrir içindir. Sizi helak edip, yeni bir halkın getirilmesi Allah için zor bir şey değildir. Çünkü Allah bir şeyi irade ettiği zaman Ol!» der, o da oluverir. Bu ayet Cenab-ı Hak'kın getireceği alemin, bu âlemden daha bedii ve daha güzel olduğuna işaret eder. Hiçbir günahkâr diğer bir nefsin günahını yüklenmez. Her nefis kendi günahım yüklenir» ayeti ile Ankebut Suresi'ndeki Kesinlikle onlar ağırlıklarını ve ağırlıklarıyla beraber diğer ağırlıkları taşıyacaklardır, bu onlara yüklenecektir» ayeti arasında bir zıtlık yoktur. Çünkü Ankebut Suresi'nin ayeti hem sapık olan hem de saptıran kişiler hakkındadır. Onlar sapıklıklarının günahiyla beraber sapıttıklarının günahı kadar günahı da yüklenirler. Bu, başkasının günahıdır denilmez. Onların günahıdır. Çünkü onların ağırlıklarından maksat, fiilen kendilerinden sadır olan günahlardır. Bu ağırlıklarla beraber diğer ağırlıklardan maksat da onların şevkiyle, sebebiyle meydana gelen günahlardır. Bu günahın bir yönden saptıranların, bir yönden de sapıtanlarındır. Eğer yükü kendisine ağır olan bir nefis, başkasını kendisine ağırlık yapan yükünü yüklenmeye çağırırsa, onun yerine hiçbir şey yüklenilmez. Yani hiç kimse o yükü yüklenmek hususunda ona icabet etmez. Bu ayetin sebebi nüzulü, rivayet edildiğine göre şudur Velid bin Muğire, Hz. Muhammed'e iman eden bir kısım müslümanlara Mukammed'i inkâr edin. Sizin günahınız benim boynuma olsun» dediğinde bu ayet nazil olmuştur. Velev ki o çağırılan adamın en yalçını olsa bile...», yani babası veya evlâdı olsa bile! Nitekim Kişi babasından, kardeşinden, yavrusundan, hanımından kaçar» şeklindeki ayet bunu desteklemektedir. Sen ancak görmediği halde Rabinden korkanları uyarabilir-sin.» Bu cümlenin mânâsı Senin getirdiklerinden ancak bu vasıfta olan kimseler faydalanır. Yani Allah'ın azabmdan veya insanlardan gayb oldukları halde Allah'tan korkanlar veya kendilerinden gayb olduğu halde Allah'ın azabmdan korkanlar ancak nasihat alırlar. Namazı uygun olduğu şekilde eda edenler, onu yükselen bir bayrak yapanlar ancak senin nasihatlarından yararlanırlar. Temerrud eden, inad. gösteren kavim bundan fayda görmez. Ayetin metnindeki Tezekka» fiili günahların necasetlerinden temizlenmiş, bu uyarılardan faydalanmış kişi demektir. Böyle temizlenen bir kişi ancak nefsi için temizlenir, yani kirlenen kişinin zararının kendisine ait olması gibi yararı da kendisine aittir. Temizlenmek, hem Allah'tan korkmayı hem de namaz kılmayı içeren genel bir mânâya sahiptir. Dönüş ancak Allah'adır, başkasına değil...», yani ne müstakil ne de ortak olarak Allah'ın dışında hiç kimseye dönüş yapılmayacaktır. Bu bakımdan Allah onlan temizlenmelerinden Ötürü en güzel mükâfatla mükafatlandıracaktır. [17] Meal 19- Kör ile gören bir olmaz. 20- Karanlıklarla nur bir olmaz. 21- Gölge ile kavurucu sıcak bir olmaz. 22- Diriler ile ölüler de bir olmaz. Şüphesiz ki Allah dilediğine işittirir. Ey Rasûlüm! Sen kabirlerde olanlara işittire-mezsin. 23- Sen ancak bir uyarıcısın! 24- Ey Rasûlüm! Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak Kur'an ile gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki içinden bir uyarıcı geçmiş olmasın. 25- Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Onlara peygamberleri beyyineler mucizeler, sa-hifeler ve aydınlatıcı kitab ile gelmişlerdi. 26- Sonra küfre sapanları yakaladım. Benim inkârım helak edişim nasıl imiş? 27- Ey Rasûlüm! Görmedin mi Allah gökten suyu nasıl indirdi? İşte o su île renkleri ve çeşitleri başka başka nice ürünler çıkarmışızdır. Dağlarda da renkleri farklı, beyaz, kırmızı ve kapkara yollar meydana getirmişizdir. 28- İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan yine böyle renkleri ve çeşitleri farklı yaratılmış olanlar vardır. Allah'tan kullan içinde ancak alimler korkar, Şüphesiz ki Allah yegâne galiptir ve çok affedicidir. 29- Allah'ın Kitabını okumaya devam edenler, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine nzik olarak verdiklerimizden Allah yolunda gizli ve açık harcayanlar hiç tükenmeyecek bir ticareti umarlar. 30- Çünkü Allah onların mükâfatını eksiksiz öder ve lüt-fundan da onlara fazlasını verir. Kuşkusuz ki Allah çok bağışlayıcı, çok mükâfat vericidir. [18] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 19-30 Kör ile gören bir olmaz...» Bu Ayetlerin Tefsiri Kör ile gören»den maksat, Cenab-ı Hak ile putlardır. Yani Allah ile sizin ibadet ettiğiniz kör putlar bir olamaz. Zulmetler ile nurlar, yani bâtıl ile hak bir olamaz. Gölge ile sıcak yani sevab ile ikab bir olamaz. Cennet ile ateş bir değildir. Harur» kelimesi Harra» kökünden gelmektedir. Ferra'dan rivayet edildiğine göre gece ve gündüzün şiddetli harareti demektir. Ebul-Beka Güneş hararetinin şiddeti demektir» diyor. Zemahşeri Harur, zehirleyici hararet demektir» der. Ancak zehirleyici hararet gündüz olur. Harur ise hem gece hem gündüz olur. Bazıları Sadece gece olur» demişlerdir. [19] Diri Ve Ölüden Maksat Nedir? Dirilerle ölüler de bir olmaz.» Bu da müminler ve kafirler için verilen bir misâldir. El-Ehya ve el-Emvat kelimelerinin basındaki eliflâm, and içindir. Yani bilinen diriler ki müminlerdir, bili-nen ölüler ki kâfirlerdir. Veya Alimlerle cahiller bir olamazlar» demektir. Sa'lebi Kör ile gören de alimler ile cahillere misaldir» demişse de onun bu fikri yerinde bir görüş değildir. Allah dilediğine işittirir», dilediğini sesleri idrak edici kılar, Şihab, Allah dilediğinde ayetleri kabul edecek ve düşünecek şe. kilde dinlemeyi yaratır demektir» diyor. Sen ise ey Muhammedi Kabirlerdekilere işittiremezsin». Ka-birlerdeki kimseler»den maksat, küfürde ısrar eden kimselerdir. Bu ayet Rasûl-ü Ekrem'in onların imanlarından Ümidini kesmesini ifade ediyor. İşittirmekken, maksat burada kabul edecek, düşünecek şekilde dinlemektir. Burada işittirmek ile bilinen işittirmek kastedilirse bu, Bedir kuyusuna atılan leşlere hitap hakkında gelen hadise ters düşmez. Çünkü burada âdet yoluyla işittirmek nefyedilmiştir. Yani adet yoluyla işittiremezsin. Fakat Bedir hadisi Sen atmadın, attığın zaman. Lâkin Allah attı» ayeti kabilin-dedir. Bazı alimler bu yorumu tercih etmişlerdir. Sen ancak bir uyarıcısın»; yani senin tek vazifen tebliğdir, uyarmaktır. Veya uyarılan insan Allah'ın hidayetini irade ettiği bir kimse ise dinler, hidayet bulur. Eğer dalâleti irade ettiği, kalbine mühür vurduğu kimselerden ise senin üzerine herhangi bir mesuliyet yoktur. Ümmet» kelimesinden maksat, çok fertli bir cemaat veya bir asırda yaşayanlar demektir Nezir» yani uyarıcı bir peygamber veya peygamberlerin getirdiği kanun ve şeriatleri yayan alim demektir. El-Beyyinat ile maksat, açık ve peygamberlerin doğruluğuna delâlet eden mucizelerdir. Zubur ise Hz. İbrahim'e verilen sahife- ler gibi ilâhî sahifelerdir. Nurlandırıcı Kitap» Tevrat, İncil gibi büyük kitaplardır. Yani bazı peygamberler sahifeleri, bazıları da kitapları getirdiler demektir. Yoksa bir peygamber bütün bunları getirdi demek değildir. 25. ve 26. ayetler Hz. Peygamber için bir tesellidir. 26. ayetin son kelimesi olan Nekir»t ceza vermek suretiyle inkâr etmek demektir. Yani Cenab-ı Hak, Onlara ceza tatbik etmek suretiyle onlara karşı olan inkârım nasıldır?» diye soruyor. Burada onların cezasının korkunç olduğuna işaret vardır. 27. ayetin metnindeki Elvan» kelimesi, elma, nar, üzüm, incir, armut gibi çeşitler demektir. Her çeşidin de sınıfları vardır. Meselâ elmada çeşitli sınıflar vardır, lezzetleri ayrı, heyetleri ayrıdır. Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şunu rivayet ediyorlar Elvan, esas mânâsı üzerine hamledilir. Yani renkler demektir.» Onların san, kırmızı, yeşil, beyaz şeklinde çeşitli renkleri vardır. Bu yorum İbn Abbas'tan da gelmiştir. Cudedun» kelimesi cuddetin kelimesinin çoğuludur ve yol demektir. Yani dağlarda beyaz ve kırmızı yollar yarattık. Ebu'l-Fadl Cüded, yollar demektir Td birisinin rengi diğerine ters düşmektedir» der. İbn'ul-Ezrak, İbn Abbas'tan cüded kelimesinin mânâsını sorar. O da Beyaz, yeşil yollar demektir» der ve bir şairin buna dair bir şiirini okur. Yani beyaz ve kırmızı yollar sahibi dağlar kıldık. Veya bu dağlar bu yollardan ibarettir. Bazıları Cuded» yerine Cudud» okuyarak bunun, cedid kelimesinin çoğulu olduğunu söylemişlerdir. Yani dağlarda beyaz ve kırmızı yeni yollar vardır. Ayetin metnindeki Garabîb kelimesi garbib kelimesinin çoğuludur Çok siyah olan demektir. Kargaya da çok siyah olduğundan dolayı Gurâb» ismi verilmiştir Arap lisanında bu tabir çok siyah mânâsını ifade eden el-esved kelimesinden sonra gelir. Ona ya sıfat veya tekid olur. Meselâ Esvedi garbibun» çok siyah derler. Burada Sûd kelimesi Garabîb'den sonra gelmiştir, onun ya bedelidir veya atfı beyanıdır. [20] Allah'dan Hakkiyle Korkan Alimlerdir Kulları içinde ancak alimler Allah'tan korkarlar.» Bu cümle Ancak görmedikleri halde Rablerînden korkanları uyarırsın» cümlesinin tamamlayıcısıdır. Yani Allah korkunun şerefini açıklamaya işaret ettikten sonra insanlardan kimin Allah'tan korktuğunu tayin etmiş olmaktadır. Burada mühim bir mesele vardır. Kıraat alimlerinin hepsi ayetin metnindeki Kezalike» kelimesi üzerinde durmuşlar ve onu daha önceki cümleye bağlamışlardır. Yani insanlardan, hayvanlardan, koyunlardan da renkleri değişik olanlar dağlarda, meyvelerde olduğu gibi vardır, şeklinde kabul etmişler ve Ancak» mânâsım ifade eden İnnema» ile başlamışlardır. Yani innema ile kezalike lâfızlarının alâkası kalmamıştır. Bazıları Kezalike kelimesi mukadder bir mübtedânın haberidir» demişlerdir İnnema Yehşa» cümlesi ise, Araplar vaadlerin-de hainlik yapmaz kabilindendir. Yani kinaye yoluyla zikredilmiş, tir. Yani ilim korkuyu gerektirir veya korkuya münasip düşer. Bu cümle, Allah'ın düşmanları olan kâfirler zikredildikten sonra Allah'ın dostlarının zikrine geçilmek içindir. Onları da uyarmanın fayda sağladığını ifade etmekle beraber önce getirilmiştir. Alimler»den maksat, Allah'ı bilenlerdir. Allah'a lâyık olan sıfatları, fiilleri ve diğer şanlarını bilenlerdir. Yoksa nahv ve sarfı bilen kişiler değildir. Binaenaleyh korkunun üzerinde durduğu nokta sadece grameri bilmek değil, ilimdir de. Kim Allah'ı daha fazla biliyorsa Allah'tan daha fazla korkar. İlim korkunun temelini teşkil ettiğinden, korku Allah'ın kudretinin kemâline delâlet eden tabirlerden sonra zikredilmiştir. Bu münasebetten dolayı Îbnu'l-Munzir ve İbn Cerir'in İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, o alimleri bu ayette Cenab-ı Hak'kın her şeye kadir olduğunu bilenler» diye tefsir etmiştir. Mefulün failden Önce getirilmesinden maksat burada korkanları açıklamak ve onların betahsis alimler olduğunu, alimlerden başkası olmadığını haber vermektir. Eğer meful sonra gelseydi, maksat kendisinden korkulamn Allah olduğunu, başkasının olmadığım haber vermek olurdu. Tıpkı Onlar hiç kimseden değil ancak Allah'tan korkar* lar» ayetinde olduğu gibi. Halbuki burada makam bunu iktiza etmez. Çünkü bu ayet korkutuldukları halde küfürde ısrar eden, inad gösterenlere tariz etmektedir. Ayet onların Allah hakkında, sıfatlan konusunda cahil olduklarını sergilemek istiyor. Bunun için mânâ Bunlar Allah'tan korkmaz ve onun cezasından perva etmezler» demek olur. Bazıları İnnema burada hasrı ifade etmez» demişlerse de bu fikirleri bir anlam ifade etmez. Ömer bin Abdu-laziz -ve Ebu Hanife'den rivayet edildiğine göre ikisi de Allah» kelimesini ötreli okumuşlar ve fail yapmışlardır. El-Ulema» kelimesini de mensub okumuşlar ve meful yapmışlardır. Fakat İbn Gezeri bu kıraata tân ediyor. Ebu Hayyan JVe Ömer bin Abdulaziz'den ne de Ebu Hanife-den sahih olarak böyle bir kıraat gelmemiştir» diyor. Biz şaz kıra-atlan içeren bazı kitapları inceledik. Bu kıraati göremedik. Bu kıraati sadece Zemahşeri zikretmiştir. Haşyet» burada korku mânâsına olmadığı takdirde tazim demek olur. Yani Cenab-ı Hak Ancak alim kullarım tozim eder» demektir. Bazıları da Haşyet burada ihtiyar etmek, seçmek demektir. Cenab-t Hak alim kullarını seçer demektir» der. Kesinlikle Allah Aziz ve Gafur'dur»; yani her şeye galiptir ve çok bağışlayıcıdır. Bu cümle Allah'tan korkmanın vacip olması-sımn nedenim teşkil etmektedir. Çünkü aziz olması kemali kudretiyle intikam almak hususunda kudretinin kâmil olduğuna delâlet eder. Mağfiret ve rahmet vasfı ancak cezayı tatbik edebilecek kudret ve güçte olana sıfat olabilir. Bu ayet bazı rivayetlerde varid olduğuna göre Ebubekir Sıd-dık hakkında nazil olmuştur, Allah korkusu onda o kadar belirgin hale gelmişti ki herkes onda onu görüyordu. Allah'ın Kitabı'nı okuyanlar..,», yani kitabın okunması kendileri için bir ayırdedici nitelik olanlar. Kitaptan maksat Kur'an'-dır. Abdulgani bin Said Sakafi, tefsirinde îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor SÖzkonusu bu ayet Hüseyin bin Hars bin Abdulmutta-lib hakkında nazil olmuştur. Her ne kadar sebebi nüzulü özel ise de bahsin umumuna itibar edilir. Bunun için Süddi Kur'an ı okuyanlar hakkında nazil olmuştur» diyor. Onlar Rasûlullah'm sahabi-leriydi. Ata Onlar bütün müminlerdir» diyor. Ki Ata'nın görüşü daha kuvvetlidir. Çünkü bütün müminler sözkonusu olduğu zaman sahabeler birinci sırayı alırlar. Bazıları ayeti Allah'ın Kitabı'nı okumaktan maksat, ona tabi olurlar, içindekilerle amel ederler demektir» şeklinde yorumlamışlardır. Zira bu kimseler ifadeyi, okunan nesneye tâbi olma veya okumanın kendisini amel etmeye muttali kılması mânâsına almıştır. Çünkü okumak mücerred olunca pek fazla anlam taşımaz. Varid olmuştur ki nice Kur'an okuyan vardır ki Kur'an onlara lanet eder, Namazı ikame ederler. Kendilerine rızik olan verdiğimizden gizli ve açık olarak infaJc ederler»; yani gizli ve açıktan infak etmeye devam ederler. Yani nasıl tesadüf ederse o şekilde infak etmişlerdir. Mutlaka anlamda gizli veya açık bir hedefleri yoktur. Bazıları Gizli infaktan maksat sünnet olan sadakadır. Açık infaktan maksat da farz olan zekâttır» demişlerdir. Onlar kendilerine Allah tarafından verilenden infak ederler» tabirinde onların israf etmediklerine ve ellerini tamamen açmadıklarına işaret vardır. Övgü makamı da bunu iş'ar etmektedir. Yani onlar helâl malı araştırmış ve elde etmişlerdir. Mutezile'ye göre rızik sadece helâl mala denir. Azamet zamirine fiilin isnad edilmesi de buna en uygun olanıdır. Rızik, helâl ve haramın hepsini kapsar» diyenler, azamet nununa fiilin isnad edilmesi tazim ve infaki teşvik etmek içindir diyorlar. Onlar yaptıkları taatler ile kesada uğramamış veya helak olmamış bir ticareti umarlar. Cenab-ı Hak'-kın onlardan bu şekilde haber vermesi onların hiçbir zaman ticaretlerinde fesada uğramayacaklarına işaret eder. Onlar daima ta-atleri işleyecekler, kalpleri de daima taatlerin kendilerinden kabul edilip edilmediği hususunda korku içerisinde olacaktır. Bazıları Ticaret burada iaat ve sevabı elde etmekten kinayedir» demişlerdir. [21] Meal 31- Ey Peygamber! Sana kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak vahyettiğinıiz Kitab Kur'an hakkın ta kendisidir. Kuşkusuz ki Allah kullarının her durumundan haberdardır, her işlerini görendir. 32- Sonra Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras olarak verdik. İşte onlardan kimi nefislerine zulmedicidir, kimi kötülük ve iyiliği müsavi gidendir. Kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçendir. İşte bu, büyük fazl-u keremin tâ kendisidir. 33- Onların mükâfatlan Adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve inci ile süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir. 34- Onlar derler ki Hamd bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Hakikaten bizim Rabbimiz kesinlikle çok bağışlayıcı, çok mükâfat vericidir.» 35- O Rabbimiz ki fazl-u keremiyle bizi kalınacak yurda kavuşturdu. Orada bize hiçbir yorgunluk dokunmaz ve orada bize hiçbir bezginlik de değmez.» 36- Küfre sapanlara gelince, onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar üzerine hüküm verilmez ki Ölüp de kurtulsunlar. Cehennem azabı onlardan hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız. 37- o kâfirler cehennemde Ey Rabbimiz! Bizleri cehennemden çıkar da yapmakta olduğumuz işlerin dışında yararlı bir iş yapalım» diye bağrışırlar. Allah onlara cevap olarak Size dünyada düşünen kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size bir uyarıcı da gelmişti. O halde azabı tadın. Şimdi zalimler için bir yardımcı yoktur!» der. 38- Allah göklerin ve yerin gaybmı bilendir. Hiç kuşkusuz Allah göğüslerde olanı da bilir. [22] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 31-38 Ey Peygamber! Sana kendisinden... » Bu Ayetlerin Tefsiri 31. ayetteki El-Kitdb» tan maksat Kur'an'dır. Min» edatı ise tebyin içindir. Veya Et-Kit ab »tan maksat kitabın cinsidir ve Min» edatı teb'iz içindir. Veya El-Kitab»tan maksat Levh-i Mah-fuz'dur ve Min» edatı ibtida içindir. O kitap hakkın ta kendisidir». Kendisinden önce gelen semavi kitapları tasdik etmekte, doğrulamaktadır. Kesinlikle Cenab-i Hak kullarının iç hallerini bilmekte, dış amellerini görmektedir. Ey Muhammedi Eğer senin durumunda peygamberliğe aykırı bir şey olsaydı Cenab-i Hak muciz ve hak olan Kur'an'ı sana vahy etmezdi. Ayetin metnindeki EUHabir» kelimesinden maksat, bâtınları gizlileri bilendir. Basir» kelimesinden maksat ise zahirleri gören demektir. Habir'i Basir'den önce getirmesi ruhanî emirlerin esas olduğuna işaret etmek içindir. Bunun için Hz. Peygamber Kesinlikle Allah sizin amellerinize değil kalplerinize bakar» buyurmuştur. [23] Allah, Kitabını Kime Miras Bıraktı Cenab-ı Hak'kın Kitab'ı miras olarak verdiği seçkin kullarından maksat, İbn Abbas'in söylediği gibi Ümmet'i Muhammed'dir. Çünkü Allah onları diğer ümmetlerden üstün kılmış, onlan ortanca bir ümmet yapmıştır ki insanlar hakkında şahit olsunlar. Onlan Rasûl-ü Ekrem'e nisbet etmek suretiyle tahsis etmiştir. Bazılarına göre Seçilmişler»ûen maksa£, sahabe ve sahabelerden sonra gelen ve sahabelerin izini takip eden ümmet alimleridir. Kur'an'i onlara miras vermekten maksat, onların Kur'an'in mânâsını anlayan, Kur'an'm hakikatlerine, yüceliklerine ve esrarına vakıf olan insanlar kılmak demektir. Cübbai Bu seçilenlerden maksat peygamberlerdir, Allah onları seçmiş, peygamberlikle onlan sevmiş, onlara kitaplar vermiş» demektedir. Ebu Müslim'e göre, seçilenler şu ayetteki seçilenlerdir Kesinlikle Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim âlini, îmran âlini âlemlerden üstün kılmıştır.» Onlardan bir kısmı nefsine zulmedendir. Yani kitapla amel et mekte kusur edip, nefsine zulmetmiştir. Nefsine zulmeden» ifadesi aynı zamanda başka insanlara zulmedenleri de kapsamaktadır. Başka insanlara zulmeden bir insan dolayısıyla nefsine zulmetmiş olur. Onların bir kısmı vardır Tâ kitapla amel etmek veya kitaba muhalefet etmek suretiyle mütereddittirler». Bazen amel ederler, bazen muhalefet ederler. Muktesidûn» kelimesi tereddüt demektir. Zira iktisat ömürdeki tavassut demektir. Onlardan bazıları da Allah'ın sevabına sebkat etmiştir», yani hayırlar sebebiyle Allah'ın sevabına sebkat etmişlerdir, salih amellerde bulunmuşlardır. Veya nefsine zulmü yapan kişiyi geçmişlerdir. Hayırlar sebebiyle derecelerde yükselmişlerdir. Bu da Allah'ın izniyle, kolaylaştırmasıyla, tevfikiyle olmuştur. Ayetteki Bi iznillah» tabiri bu mertebeye varılmasının zor olduğuna, ancak Allah'ın tevfiki olursa insanın bu mertebeye varabileceği hususuna işaret etmektedir. Bu hayırlar sebebiyle yarışan, önde olan kişi, taati isyanından fazla olup, Allah'ın Kitabı'yla çokça amel eden kimse şeklinde tefsir edilmiştir. Bu üç kısmın tefsirinde söylenene Hasan Basri'nin şu sözü işaret etmektedir. O şöyle diyor Zalim hasenatı hafif, günahları ağır; muktesid, hasenatı ve günahı eşit; sabık ise hasenatı günahına ağır gelen kimsedir». Hasan Basri'nin bu yorumundan başka birçok yorum daha vardır. Meselâ Muaz bin Cebel'den gelen yorum şöyledir Nefsine zulmedenden maksat, tevbe etmeden, büyük günah üzerinde ölen kimsedir. Büyük günah işlememiştir ve tevbe de etmemiştir. Yansı kazanandan maksat ise, büyükten-küçükten tevbe edip veya ne büyük ne de küçük günah işlemeyen kimse demektir.» îmam Ahmed, Tayalisi, Abd bin Humeyd, İbn Cerir, İbn'ul-Munzir, İbn Merduveyh, İbn Ebi Hatim, Beyhaki ve Tirmizi, Ebu Said el-Hudri'den, o da RasûluUah'tan şu hadisi rivayet ediyorlar Bu ayet ve bahsi geçen bütün kimseler aynı mertebede sayılırlar ve hepsi cennettedirler.» 33. ayetteki Cennet» kelimesi büyük faziletin bedelidir. Onlar oraya girer» cümlesindeki zamir de ya Allah'ın seçmiş olduklarına veya üç sınıfa racidir. Veya cennet kelimesi mübteda, Oraya dahil olurlar» cümlesi de haberidir. Orada süslenirler» cümlesi ikinci haberdir. Esavir» kelimesi Sıvar» kelimesinin çoğuludur. Kamus'da Sıvar bilezik demektir. Arapça değildir. Sonradan Arapçalaştırümıştır» denilmektedir. Ragıb, Sıvarın aslı destivaredir ve bilezik mânâsında kulla, mlmışhr» der. Yani onlara süs olarak birtakım bilezikler takılır. Bu bilezikler de altındandır. Ayrıca onlara inciler de takılır. Onların oradaki elbiseleri ipektir»; ibrişimdir. Harir kelime-si ince elbiseler, ipekli elbiseler demektir. yani diyeceklerdir Hartıd o Allah'a ki bizden üzüntüyü giderdi». Kalpleri çevirme üzüntüsü, neticenin korkusunu bizden giderdi. Bu husus Kasım bin Muhammed'den rivayet edilmiştir. Ebu Defda Kıyamet dehşetinin üzüntüsü kastedilmektedir» der ve Kıyamet'te nefsine zulmeden isabet edenin üzüntüsü kastedilmektedir» diye ilave eder. Mukame yurdu» öyle bir yurttur ki ondan intikal artık ebe-diyyen bahis konusu olmaz. O cennettir. Cenab-ı Hak bizi lütfun-dan cennete yerleştirir. Yoksa mecbur değildir. Amel her ne kadar cennete girmenin sebebi ise de esas sebep Allah'ın fazlıdır. Çünkü zati bir istihkak bahis konusu değildir. Ayet metnindeki Nesab'tan maksat yorgunluktur. Lugub» bıkkınlık, bezginlik ve gevşeklik demektir. Bunlar yorgunluk neticesinde meydana gelir. Bazıları Nesab cismi yorgunluk, lugub ise nefsani yorgunluktur» demişlerdir. Onlar üzerinde hükmedilmez», yani ikinci ölümle hükmedilmez. Ki ölsünler, istirahata kavuşsunlar, azaptan tamamen kurtulsunlar. Onlardan bilinen azap da tahfif edilmez. Onların ateşi sönmeye yüz tuttukça yeniden alevlendirilir. Azapları daimidir. Binaenaleyh bu zemherir ve benzeri şekilde azap görmelerine ters düşmemektedir. Ayetin metnindeki Kefur» kelimesi küfürde ve nankörlükte aşın gitmek demektir. Ayet metnindeki Yesterihun» fiili şiddetle bağırmak, feryat etmek anlamındadır. Yani cehennemde Kurtaran yok mudur?» diye bağırırlar ve Cenab-ı Hak'ka durmadan iltica ederek, Ey Rab* bimiz! Bizi çıkar. Bizim işlediğimizin gayrisi olan salih ameli işleyelim» derler. Yani bizi ateşten çıkar, dünyaya geri gönder. Orada tevhidi işleyelim veya peygamberin emrine uyalım. Size Öğüt alacak olanın öğüt alacağı kadar bir süre vermedik mi?..» Bu yaşantı Hz. Ali'den gelen rivayete göre —ki bir cemaate bunu nakletmiş ve Hakim, İbn Abbas'tan tashih etmiştir— altmış senelik bir süredir. îmam Ahmed, Buhari ve Nesei, Sehl bin Sa'ddan şöyle rivayet ediyorlar Bir kişi altmış yaş yaşadıktan sonra Cenab-ı Hak artık onun mazeretini kabul etmez.» Bazıları elli sene olduğunu söylemiştir. İbn Abbas'tan gelen bir rivayette ise bu kırkaltı sene olarak zikredilmiştir. Nazır» Süddi'den gelen rivayete göre Allah'ın Rasûlü'dür. Bazıları Peygamber'le beraber olan Kur'an'dır» demiştir. Ebu Hay-yan Nazirden maksat peygamberlerdir» demiştir. Her peygamber ümmetinin naziridir. Öyleyse azabı tadın. Zalimler için bir yardımcı yoktur» cümlesindeki Zalimler» den maksat kâfirlerdir. Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir», yani yer ve göklerde olan bütün gaybları bilendir. [24] Meal 39- O sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Kim küfre saparsa onun küfrü kendi üzerinedir. O kâfirlerin inkârları Rableri katında öfkeden başka birşey artırmaz. Ve o kâfirlerin küfürleri zarardan başka bir şey artırmaz. 40- Ey Rasûlüm! Onlara de ki Allah'ı terkedip tapmakta olduğunuz ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, onlar yerden neyi yaratmışlardır? Veya onlann göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap verdik de onlar da o kitaptan bir hüccet üzerinde midirler? Hayır! Zalimlerden bir kısmı bir kısmına aldatmadan başka bir şey vaadetmiyorlar.» 41- Allah gökleri ve yeri zeval bulmaktan koruyup tutuyor. Andolsun ki eğer onların ikisi zeval bulacak olsalar, onları kendisinden başka kimse tutamaz. Gerçekten o halimdir, gafurdur. 42- Onlar yeminlerinin var kuvvetiyle kendilerine bir uyarıcı peygamber gelmesi halinde ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklarına dair Allah'a and içtiler. Ancak onlara uyarıcı peygamber gelince, sadece nefretleri arttı. 43- Zira onlar hakka ermenin değil yeryüzünde böbürlenmenin ve kötü düzenler kurmanın arkasında koşuyorlardı. Oysa kötü düzen ancak ehlini kapsar. Onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı beklemektedirler. Ey Rasûlüm! Allah'ın, sünnetinde asla bir döneklik de bulamazsın. 44- Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler? Halbuki onlar kuvvet yönünden bunlardan daha çetin idiler. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. O, muhakkak her şeyi bilen, her şeye güç yetirendir. 45- Eğer Allah, insanları işledikleri günahları yüzünden yakalayıp hesaba çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları belli bir zamana kadar ertelemektedir. Ne zaman ecelleri gelirse işlerini bitirir. Muhakkak ki Allah kullarını çok iyi görmektedir. [25] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 39-45 O sizi yeryüzünde halîfeler...» Bu Ayetlerin Tefsiri Sizi yetyüzünün halifeleri yapması»rm\ mânâsı, size yeryüzünde tasarruf etmenin anahtarlarını vermesidir. Orada bulunanlardan yararlanmanızı sağlamıştır. Veya sizi daha önce geçen ümmetlere halife kılmıştır. Elinizde bulunan malları size miras olarak vermiştir ki tevhid ve taat ile onlara şükredesiniz. Bu hitap ya ammdır veya Mekkelüeredir. Ayetin metnindeki Halaife» kelimesi halife kelimesinin çoğuludur. [26] Nankörlüğün Cezasını Nankör Çeker Kim bu nimetleri inkâr ederse veya küfür üzere devam eder, imanı terkederse onun küfrünün vebali ve cezası kendisine aittir. Başkasına değil.} Kâfirlerin küfürleri Rableri katında hakaret, buğz ve gazaptan başka bir şey artırmaz. Kâfirlerin küfrü Ahiret' te ancak zararlarını çoğaltır. Yoksa onlar için göklerde bir ortaklık mı var?» Yani onlar Cenab-ı Hak ile beraber göklerin yaradılışında ortak mıdırlar ki sizin iddia ettiğiniz ibadetlere müstehak olsunlar? Böyle bir-şey olmadığına göre ibadete müstehak değildirler. Yoksa biz onlara bir kitap mı verdik ki o kitap onları ortak edindiğimizi ilân ediyor? Onlar da o kitaptan açık bir hüccet üzerindemidirler ki bizimle beraber ortak olduklarını iddia ediyorlar?» Bu ayetin mânâsı Onların ibadeti ya akılla olur ki hiç bir akıl yeryüzünde hiçbir şey yaratmayan, gökte hiçbir ortaklığı olmayan bir nesneye ibadet edilmesinin doğruluğuna hükmetmez. Veya bu ibadet nakille olur. Oysa biz müşriklere Putlara tapın» diye emir getiren bir kitap vermemişizdir. Hayır! Zalimlerin bir kısmı diğerine ancak aldatma vaade-âiyor» cümlesi, putperestler hakkında nazil olmuşsa —ki ekseri müfessir bu kanaattedir— hükmü ammdır. Cenab-ı Hak gökleri ve yeri zail olmaktan tutmaktadır» cümlesi isti'nafi bir cümledir. Şirkin çirkinlik ve dehşetini takrir için getirilmiştir. Yani Cenab-ı Hak gökleri ve yeri düşmesinler, zail olmasınlar diye korumaktadır. Zira gök ile yer mümkinattandır. Bu mümkinatlar var edildikleri zaman Allah'a muhtaç oldukları gibi bekaları halinde de Allah'a muhtaçtırlar. Allah olmasa baki kalamazlar. Bazıları Zevabri, makamdan intikal etmekle tefsir etmişlerdir. Yani Cenab-ı Hak gökleri, mekânından intikal edip, yükselmekten veya alçalmaktan meneder. Yeri de bu şekilde tutmaktadır. Abd bin Humeyd ve cemaanın İbn Abbas'tan rivayet ettiği bir rivayet de bunu iktiza etmektedir. Bazıları Onların zevallerinden maksat deveranlarıdır. Onların ikisi de sakindirler. Yıldızları kapsayan onların felekleri, yani at. raosferleridir. O felek atmosfer ise göklerden başka bir şey. dir» demişlerdir. Allah'a yemin ederim, eğer onlar zail olurlarsa...»; yani farazi bir şekilde zevale yüz tutarlarsa, onları o zevalden veya Allah'tan sonra hiç kimse tutamaz. Kesinlikle Allah halimdir, gafurdur, affedicidir». Bundan dolayı müşriklere karşı hilm göstermiş, onlardan tevbe edenleri, suçları çok ağır olmasına rağmen kabul etmiştir. Ağır cürümleri, onların hemen cezalandırılmalarını gerektirir. Onların o ağır cürümleri gökler ve yerin tutulmasını, düşmekten menedilmesini iktiza eder. Âlemin onların başına yıkılmasını gerektirir. Bu yüzden, Bu makam kudret makamıdır, hilm ve mağfiret makamı değildim şeklindeki itham yersizdir. Yeminlerinin bütün gücüyle Allah'a yemin ettiler...» yani var kuvvetiyle yemin ettiler. Güçlerinin dahilinde olan bütün şiddetle, kendilerine bir nezir gelirse kesinlikle her ümmetten daha hidayette olacaklarına dair yemin ettiler. Bu ayetteki zamirler Kureyş kabilesine racidir. Onlar Rasûl-ü Ekrem peygamber olmazdan önce ehli kitaptan bir grubun peygamberlerini yalanlamış olduklarını işitmislerdi. Bunun üzerine; Allah yahudilere ve hıristiyanlara lanet etsin. Onlara peygamber geldi, onlar peygamberleri yalanladılar. Allah'a yemin olsun, eğer bize peygamber gelirse biz her ümmetten daha çok hidayette ola. cağız» dediler. îşte bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti aleyhlerine indirdi. Ayet metnindeki îhda» kelimesi Bir» demektir, vahid manasınadır. El-Umem kelimesindeki eliflâm vaad içindir. Yani peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin her birinden daha fazla hidayette olacağız. Bize bir peygamber gelirse, yahudi, hıristiyan ve başka peygamberleri yalanlayan ümmetlerin herbirinden daha faala hidayette olacağız. Hepimiz iman edeceğiz, hiçbirimiz o peygamberi yalanlamayacağız. Onlara bir nezir geldiğinde» ki o nezir peygamberlerin en şereflisi Hz. Muhammed idi. Bu nezirden maksadın bu olduğu İbn Abbas ve Katade'den rivayet edilmiştir ve zahîr de budur. Mukatil Nezirden maksat ayın ikiye ayrılmasıdır» der. Fakat makam bu yoruma pek müsait değildir. Ayetin sonundaki Nufûr» kelimesi haktan uzak olmak, haktan kaçmak demektir. Kötü hile mânâsına gelen Mekru's-Seyyi kelimesinden maksat Rasûlullah'a karşı içinde oldukları aldatmaca, peygambere yapmış oldukları hiledir. Katade bu lâfızdan maksadın şirk olduğunu söylemiştir. Bunu aynı zamanda İbn Cerir, İbn Cüreyc'ten de rivayet etmiştir. Bu ayetin metnindeki Yehiku» fiili ihata etmek demektir. Yani kötülük ve hile ancak ehlini ihata eder. Ancak onlara isabet eder. Ayet genel bir mânâ getirmektedir. İşler sonuçlarına göredir. Cenab-ı Hak mühlet verir, fakat ihmal etmez. Dünyanın arkasında Ahiret vardır. Zulmedenler zalimler gelecekte ne şekilde evirilip çevrileceklerini göreceklerdir. Hulâsa başkasına hile yapmaya çalışan bir insana hilesi zarar verir. Hakikatte hileye maruz bırakılan adam kurtulmuştur, hilebaz ise helak olmuştur. Allah'ın daha öncekiler hakkındaki sünneti yalanlamalarından dolayı onları azaba duçar etmesidir. Allah'ın sünneti; O'nun âdeti, kanunu ve sistemidir. Allah'ın sünnetinde ne tebdil ne de tahvil görmezsin». Azabın, peygamberleri yalanlayan kimselerden nakledilip başkasına gittiğini görmezsin. [27] Zalimlerden İbret Almak Gerektir Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki kendilerinden öncekilerin şovunun nasıl olduğunu görsünler» cümlesi Allah'ın sünnetinin yalancılara azap etmek şeklinde olduğuna delâlet eder. Ve önceki cümlenin delilidir. Yani yeryüzünde gezen kimseler bunun böyle olduğunu görür. Mekke'den Şam'a, Yemen'e, Irak'a gidip gelirken peygamberleri yalanlayan ümmetlerin başından geçenleri helak olduklarına dair alâmetleri görürler ve böylece ibret alırlar. Onlar kuvvet yönünden bu müşriklerden daha şedid idiler. Hiçbir şey Cenab-ı Hak'kı aciz bırakamaz» ayeti tıpkı Allah küçük büyük hiçbir günahı terketmez. Hepsinin hesabını görür» ayeti gibidir. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'ye göre bu cümle itirazı bir cümledir. Daha önceki cümleden anlaşılan mânâyı takrir etmektedir. Yani Cenab-ı Hak daha önce peygamberleri yalanlayanların kökünü kesmiş, kazımıştır. Bundan sonra da böyle olacaktır. Ce-nab-ı Hak ilim ve kudrette doruk noktada bulunmaktadır ve bu da Allah'ın hiçbir şeyle aciz bırakılamayacağının delilidir. Eğer Cenab-ı Hak bütün insanları işlemiş oldukları günahları sebebiyle muaheze etseydi —nitekim daha örîceküeri muaheze etmiştir— yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı bırakmazdı. Cenab-ı Hak başka bir ayette Öyle bir fitneden korunun ki o sizden sadece zulmedenlere dokunmaz» buyurmuştur. Bazıları Dabbe'den maksat sadece insanlardır» demişlerdir. Nitekim Allah onları belli bir zamana kadar tehir eder» cümlesi de bunun delilidir. Bugün»den, Bu zaman»dan maksat Kıyamet Günü'dür. Çünkü buradaki zamir akıl sahiplerine raci olan bir zamirdir. Kıyamet Günü insan nevinin son zamanı olarak belirtilmiştir. Bazıları Bu zamir bahsi geçen herkese racidir. Kıyamet demahlûkat cinsinin en son zamanıdır. Yani bütün cinsler o noktaya kadar gidecektir» demişlerdir. Onların ecelleri geldiğinde —ki Allah kullarını görmektedi onlardan mükellef olanları, Kıyamet Günü'nde amellerinden dlayı cezalandıracaktır». Eğer şer işlemişlerse cezalan şer, hayr ilemişlerse cezaları hayrdır. Allah kullarını görmektedir» cümlesi cezanın yerine konulmuştur. Hakikatte ise ceza Cezalandıracak- Ur» diye işaret ettiğimiz şeydir. [28] FATIR SÛRESİ'NİN SONU
fatır suresi 32 ayet tefsiri