NecipFazıl Kısakürek, Türk Edebiyatı’nın Muhafazakarlar’ından, şair, hikaye ve piyes yazarı, gazeteci, düşünür. 26 Mayıs 1905‘te dünyaya geldi. Çocukluğunu, mahkeme NecipFazıl, 9 Haziran 1904’te İstanbul’da dünyaya geldi. Şair, doğum tarihini “26 Mayıs 1320/1904 Rebiülevvel 1323” olarak verir (Kısakürek 1978: k14). Bazı araştırmacılar bu tarihin Milâdi karşılığının 1905 olduğu kabul ederler (Okay 1987: 1). NecipFazıl Kısakürek, Mısralara Yolculuk, hayatı, şiirleri, mücadelesi, Rehber TV Kanalına Abone Olmak İçin:https://www.youtube.com/RehberTVOfficial/?sub_ NecipFazıl Kısakürek "uzun süren, fakat fikrifaaliyetini ve yazı yazmasını engellemeyen bir hastalıktan sonra Erenköy'deki evinde ölmüş ( 25 Mayıs 1983 ), hadiseli bir cenaze merasiminden sonra Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir. Necip Fazıl Sabır Taşı adlı oyunuyla 1947 yılında C.H.P. Piyes Yarışmacı Necip Fazıl Kısakürek (1905 - 1983) 26 Mayıs 1905'da doğdu. Maraş' lı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'ta ki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. cash. 26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir konakta doğdu. Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur. Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey öl. 29 Kasım 1920; annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir Müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. öl. 10 Haziran 1977 Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han'a Ermenilerce girişilen suikastin tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902'de "Legion d'honneur" nişaniyle ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi'dir. öl. 19 Mayıs 1916 Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir "tütsü çanağı" olan, büyükbabasına ait Çemberlitaş'taki Konak'ta geçirdi. Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa'nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti. Bahriye Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi. 1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri "Şair" lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı. Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. 1920 17 yaşında, o günkü adiyle " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi "ne girdi. 1921 O günlerin 1928 Harf inkılabına kadar edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. 1922 Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupa’ya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısıyla üniversitedekisömestrelerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. 1924 Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi. 1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı. O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. "Felemenk Bahr-i Sefit Bankası"nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı. 1928 - 29 senelerinde "Bâbıâli" adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı "Bohem Hayatı"nı son kertesine çıkardı. Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti. 1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. 5 Ağustos 1929 Taksim'deki meşhur tarihi bina Taşkışla'nın 5'inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye'de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti. Askerliği bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi'nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi. Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi. "O ve Ben" adlı otobiyografik eserinde, hayatının en "kritik" kesitlerinden biri olan "Bahriye Mektebi Yılları" itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir"O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir melankoli duygusundan ibaret... Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî'nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı. Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona -Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et! Diyemiyordum. Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur. ...Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini..." 1934'de bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçindeki evine dönmek için bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi. Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüb sırtlarına çıktı. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat'ın eteklerine yapıştı. Hikayesi "O ve Ben"de yer alan, korkunç bir fikir buhranına crise intellectuelle, büyük ruh ıstırabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatının en belalı senesi oldu. Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri "Tohum"u yazdı. 1935 1936'da Celal Bayar'ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkardığı ve 16 sayı sürdürdüğü "Ağaç" Mecmuası, dönemin önde gelen entellektüellerini çatısı altında topladı. Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destanı "Bir Adam Yaratmak" piyesini 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak'ta bitirdi. 8 Temmuz 1937. Eser ilk defa 1937-38 kışında, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve muazzam bir alaka doğurdu. 1938 senesinin başlarında Ulus Gazatesi yeni bir Milli Marş..için..müsabaka..açtı. Ayrıca kendisine özel olarak yapılan teklifi; öne sürdüğü işi umumileştirmekten..yani "müsabaka"dan vazgeçilmesi şartının hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda "Büyük Doğu Marşı" olarak kalan şiiri yazdı. Sonbaharda, artık kendini "dolap beygirinden farksız" hissetmeye başladığı Bankadan istifa etti ve vakit geçirmeden Haber gazetesine girdi. Kısa bir süre sonra da Son Telgraf gazetesinde, Bâbıâlinin önde gelen muharrirlerinin aksine, İkinci Dünya Savaşının kaçınılmaz olduğu görüşünü savundu ve haklı çıktı. Hâdiseleri önceden haber verir mahiyetteki teşhis ve tahlilleri karşısında muhalifleri ancak şöyle diyebildi"- Bu adam ne derse çıkıyor!.." Zamanın Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından Ankara Devlet Yüksek Konservatuarına Hoca olarak tayin edildi. Bu Profesörlük işinin trenlerde kondöktörlüğe döndüğünü ileri sürerek Hasan Âli'den İstanbul'da bir görev istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atandı. Ayrıca Robert Kolej'in son sınıflarında Edebiyat Hocalığı yaptı. 1939'da, ileride baş köşeye oturtacağı en sevdiği şiirini, bu tarihten 5 yıl önce yaşadığı anlatılmaz ve anlaşılmaz büyük ruh ıstırabının şiirini Çile verdi. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir eser kaleme aldı ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkında söylemiş olduğu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinleştirdikçe bizzat gördü. 1941 senesinde, yine köklü "Bâbanzâde"lerden, Ahmed Naim Efendi'yle kardeş çocuğu olan Recai Bey'in kızı, Yahya Nüzhet Paşa'nın torunu..Fatma Neslihan Hanımefendi ile evlendi. Mehmed 1943, Ömer 1944, Ayşe 1948, Osman 1950 ve Zeynep 1954 isimli beş çocuğu oldu. 1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdığı mahkûm oldu ve ilk hapis cazaevinde tattı. Aslında politikaya ve sosyal sahaya meyli 1936'da başlamış, o yıldan 1943'e kadar geçen 7 yıl içinde, İslâmi temayülü "Şahsi bir zevk ve saklı bir telkin" planında kaldığı için, ne devlet ne de basında kimseyi ürkütmemişti. Yalnız bazı münekkitler ve yazarlar hiçbir mânâ veremedikleri ondaki bu eğilimi hazmedememişler ve çeşitli klişe yakıştırmalarda bulunmuşlardı "İslâm komünisti!" "Hayır! İslâm faşisti" "Yok, yok neo-müzülman" "Sırf züppelik olsun diye müslümanlık taslıyor!" "Sabık şair; şiirine yazık etti!" "Ahmak burjuvaları şaşırtmak merakında bir sanatkar mizacı!.." İşte 1943, Sanatkarın fildişi kulesinden agoraya indiği; tam olarak belirdiği tarihtir İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu cemiyeti yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basınıyla, hocasıyla, gençliğiyle kendi açtığı bütün cephelerde tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuası'nın ilk sayısını çıkardı. 17 Eylül 1943 Sonraki dönemlerine bir hazırlık kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayıda "Allaha itaat etmeyene itaat edilmez!" meâlindeki bir Hadîs-i Şerif yüzünden, rejime itaatsizliği teşvik suçlamasıyla 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocalığından kovuldu ve ikinci askerliğine ikinci defa sevkedilerek Eğridir'e sürüldü. Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasım 1945'ten başlayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalık ve aylık olarak çeşitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayın hayatını sürdüren Büyük Doğu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yanı sıra, 36 sene müddetle tek başına omuzladı; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu. 2 Kasım 1945'de Büyük Doğu yeniden çıkmaya başlayınca, onu, birdenbire; "eski İktisat Vekili Fuat Sirmen'e neşir yoluyla hakaret, Dini tezyif, memleket dahilinde teşekkül etmiş İktisadî, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda" gibi birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzyüze bıraktı. 1946 senesinin sonlarına doğru, 13 Aralık tarihli sayısında; kapak yaptığı mücerret bir kulak resminin altındaki "Başımızda kulak istiyoruz!" yazısı İnönü'nün kulaklarının duymuyor olması hakikatiyle birleşince Örfi İdarece tekrar kapatıldı. Birkaç gün sonra Başbakan Recep Peker tarafından Ankara'ya çağırıldı. Recep Peker'in sadece "biraz ölçülü" davranması ve fazla aleyhte yazmaması karşılığı lira teklifi, kabul etmediği takdirde ise açık açık zindana atılma tehtidiyle karşılaştı. O günler için bir servet demek olan deste "söz" olmaktan çıkmış, üstündeki "Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası" bandajiyle birlikte önündeki masaya bırakılmıştı. Çok geçmeden; kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan "Sır" isimli piyesinden dolayı "Milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasiyle mahkemeye çıkarıldı. Artık büyük mücadele yolundaydı. 1947 baharında 18 nisan Büyük Doğu'yu yeniden ve üçüncü defa çıkardı. Birkaç ay sonra 6 haziran "Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı Rıza Tevfik'e ait bir şiirin neşri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme karariyle tekrar kapatılırken kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. "Türklüğe Hakaret"den yargılandı, 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti. 1947 yılı içinde; bütün bunlar olup biterken ve arada bir sürü tutuksuz muhakeme, üzerine saçma taneleri halinde gelirken, "Sabır Taşı" piyesiyle " Sanat Mükâfatı"nı kazandı. Ancak jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi. Yine aynı yıl, Büyük Doğu'nun çıkmadığı kısa bir arada 3 sayılık mizah dergisini; "Borazan"ı çıkardı. 1948'de, Temyiz Mahkemesi, hakkındaki ilk ve meşhur beraat kararını, dünya adalet tarihinde görülmemiş tertiplerle bozdu. Bütün bir yıl geçimini, ihtimal ki, üzerine Puccini'nin bir operası takılı pikapla, büyükbabası, Bâlâ rütbeli Maraşlı Hilmi Efendi'nin ceviz çerçeveli yağlı boya portresi hariç evinde ne varsa son iskemleye kadar satarak temin etti. 1949 senesini; zevcesi, üç çocuğu ve kayınvalidesiyle beraber küçük bir otel odasında karşıladı. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında verdiği beraat kararında ısrar ederken, Büyük Doğu da kapana-çıka; fakat her defasında kaldığı yerden yoluna devam ediyordu. Bu yılın Ramazan ayında 28 Haziran Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurdu. Şubat 1950'de Cemiyetin bir numaralı şubesi "Kayseri Büyük Doğu Cemiyeti" açılır açılmaz Halk Partisinin duyduğu dehşet son haddine vardı. Açılışı yaptıktan sonra İstanbul'a dönüşünde bir yazı bahanesiyle tutuklandı, Türklüğe Hakaret Davasında verilmiş beraat kararı Temyize "tekrar ve topyekün" bozdurulur bozdurulmaz da 21 Nisan hapse atıldı. 500 yıllık bir Türk ailesine mensup Necip Fazıl'ın hayatındaki, "Türklüğe Hakaret Davası"nı da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasıl bir dehşetle bakıldığının, ne tür bir muameleye..müstehak görüldüğünün ve kapı kapı hangi korkunç berzahlardan geçtiğinin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulması gereken bir dönemdir. Kendi ifadesiyle; "İnönü, zamanın Adalet Bakanını çağırıp şu emri vermiş "Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!.." Temyiz mahkemesince bozulan fakat yine mahkemenin üzerinde ısrar ettiği Türklüğe Hakaret Davası'ndaki beraat hükmünü, Temyize bu sefer nihai olarak bozdurmak için 1 yıldır sarfedilen gayreti birdenbire hızlandırdılar. Vaziyet emindi. Doğrudan doğruya politikadan emir almak vaziyetinde kalan o zamanki Temyiz Mahkemesi bu hükmü nasılsa bozacaktı. Fakat hemen bertaraf edilmem için bir tevkif bahanesi bulmak lazımdı. Derhal buldular. Doğrudan doğruya partiye yönelttiğim bir hücumu hükümetin manevi şahsiyetine yönelmiş saydılar ve beni tevkif ettiler. Bu davadan hakimin huzuruna çıkar çıkmaz beraat ettiğim ve salıverilmeyi beklediğim gün, o anda yetiştirdikleri Temyiz'in bozma kararı üzerine beni bir mahkemeden diğer mahkemeye aktardılar. Temyiz'in bozma ve mahkemenin uyma kararı üzerine, beraat eden adamı, bu defa zevcesiyle birlikte tekrar hapse gönderdiler. Sırf taraflar teşekkül etsin de Temyiz'e hemen uyulabilsin diye, hamile ve hasta zevcemi, vahşice bir üslupla, yatağından kaldırıp öğleden evvelki mahkemeyi öğleden sonraya kadar bekletmek;ve -ben zevcemi yatağından kaldıramazlar, beni de mecburen salıverirler diye düşünürken- birdenbire hasta kadını mahkeme salonundan içeri itmek suretiyle, cihanda emsalsiz bir hak ve adalet hıyaneti tertiplediler. Halk Partisi idaresinin savcısına ve mahkemesine baskı derecesini gösteren bu misali, içindeki hak ve adalet hıyanetiyle birlikte, bu ve öbür dünyanın hesap günlerine havale ediyorum." Demokrat Parti'nin seçimleri kazanmasının arkasından çıkan Af Kanuniyle 15 Temmuz'da serbest kaldı. Aynı yıl, üstüste, Cemiyet'in Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini açtı. Vaziyeti eski iktidarı ürküttüğü kadar, yeni iktidara da hoş görünmemekteydi. Demokrat Parti'yi ilk kurulduğu andan itibaren bir muvazaa partisi, Adnan Menderes'i de Cumhuriyet devrinin seri malı Başbakanları arasında ilk ve yegâne ümit mevzuu olarak gördü. Partiyle Menderes'i ayıran bu görüşü kavrayamayanlar, onu, Demokrat Parti'nin propagandasını yapmakla suçlayacaklardı. Halbuki yeni iktidar Büyük Doğu Cemiyeti'ne duyduğu nefreti ve onu takip ve tarassut altında tuttuğunu bizzat Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu tarafından Meclis kürsüsünde dile getirmişti. 1949 yılının açtığı, gittikçe köpüren iftira ve lekeleme kampanyasının ve bu takip ve tarassutun bir neticesi halinde çok geçmeden basına "Kumarhane Baskını" diye akseden siyasi komplo tertiplendi Bu komplo üzerine Büyük Doğu'nun derhal toplatılan meşhur 54. SAYI'sını çıkardı. Bu sayıdaki bir yazısından dolayı tutuklanarak cezaevine atıldı. Çıkışında Büyük Doğu Cemiyeti'ni tasfiye etti. 1952'de, Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanması 22 Kasım ile başlayan hâdiseler, malum basının yaygarasiyle büyütüldü, genişledi ve nihayet onu da azmettirici sıfatıyla, o ünlü savunmalarını yapacağı sanık sandalyesine çekti. Bu günler, "şair - hapishâne ilişkisi"yle de başka örneklerden farklı olarak; o keskin ve gözükara fikir mizacının altındaki çok hassas ruhunu acıtan ve demir parmaklıklar arkasındaki 1 gününü 100 güne bedel kılan "dış tesirler" bakımından hayatının en ıstıraplı dönemidir. 11 Aralık 1952'de, bu hadise üzerine yayınladığı, şimdi "Müdafalarım" adlı eserinde yer alan "Maskenizi Yırtıyorum" isimli ünlü broşürle, 1943'ten beri başına gelenlerin ve bütün bu olup bitenlerin geniş bir muhasebesini yaptı. 12 Aralık 1952'de, yani Malatya hâdisesinden hemen sonra, daha önceki bir mahkûmiyetin infazı bahanesiyle atıldığı hapisten "taammüden katle teşvik ve azmettirmek, katle teşebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek" isnadlariyle yargılandıktan sonra, 16 Aralık 1953'te Malatya Dâvasındaki suçsuzluğu ! anlaşılmış olarak çıktı. 1951, 1952 ve 1956'da Büyük Doğu'yu günlük gazete olarak çıkardı. Büyük Doğu'nun tesiri o kadar büyük oluyordu ki, 1954 seçimlerinden önce, bir parti lideri yaptığı seçim konuşmalarında eline dergilerden çeşitli nüshalar alarak; "İşte Menderes, bu yobazlık âbidesine yardım eden adamdır. Onu ve partisini seçmeyin!.." diye propaganda yaptı. 1957'de de 8 ay 4 gün hapis yattı. Bu arada; hiçbir zaman ve mekan şartı aramaksızın sürekli yazıyor, değişik sahalarda zirve eserler vermeye devam ediyordu. Ata olan sevgisi ve biniciliği meşhurdu. 1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ısmarlamasiyle, belki de dünyada mevzuunun ilk örneği olarak, atı bütün ruhu, estetiği, tarihi ve felsefesiyle, şairane bir üslupla ele alan ve anlatan bir eser kaleme aldı. Büyük Doğu'ların muazzam hücum devresi 1959'da, aleyhine o kadar dâva açılmıştı ki, bu dâvaların yarısı mahkûmiyetle neticelense 101 sene hapis yatması gerekecekti. Mahkûmiyet kararlarının hızla kesinleşmeye başladığı ve Başbakan'ın emriyle Niğde Cezaevinde kendisine tek kişilik konforlu ! bir hücre hazırlandığı sırada 27 Mayıs 1960 İhtilali oldu. İhtilalin ilk radyo duyurularından birinde, zaten çıkmayan Büyük Doğu'nun kapatıldığı ilan edildi. 6 Haziran günü geceyarısı evinden alındı. ay müddetle Balmumcu garnizonunda "gerekçesiz" tutulduktan ve yüzbaşılara varıncaya dek en ağır hakaretlere maruz bırakıldıktan sonra, Genel Affa rağmen, 5816 sayılı kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutulduğu için, "toplu tahliye" sebebiyle bayram yerine dönmüş Garnizon kapısına yanaşan; kaatilleri, ırz düşmanlarını taşımaya mahsus camsız, kırmızı renkte bir cezaevi arabasıyla Toptaşı Hapishanesine nakledildi. Ve yıl içerde kaldı. 18 Aralık 1961'de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açıldığını gördü; Ya her şeyden büsbütün el etek çekmek, yahut her şeye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapılarından daha önce de salıverildiği günlerden farklı değildi. "Bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter!.. Bu söz benim iman tarafım belli değilken, o hengâmede, bugünkü düşman cephesinin en kodaman kalemlerinden biri tarafından hakkımda kondurulmuş teşhistir. Yarabbi; nezdinde, kendimi, en aşağı müminlik mertebesinin ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile layık görmeyerek böyle bir iddiadan kemiklerim ürpererek kaydediyorum Sadece senin dininden, hak olan yolundan, tek olan kapından nefret ettikleri için, nefret edilmek bana ne muazzam payedir! Bu payeyi bana sen, hayatım ve bütün insanların hayatı gibi, meccânen, yoktan, tek liyakat ve istihkâkım olmadan verdin; ve benim ağzımla değil, düşmanlarımın lisaniyle izhar ettin. Artık ben nasıl susabilirim?" Yani, yine ikinci yolu seçti. Kendini bulur gibi olunca Yeni İstiklal, bir müddet sonra da Çetin Emeç'in sahibi bulunduğu Son Posta gazetesinde başmakalelerine ve günlük fıkralarına başladı. 1963 İlkbaharında bir davet üzerine açılan "konferans çığırı" üzerinde evvela Salihli, İzmir; bir müddet sonra Erzurum, Van; daha sonra İzmit, Bursa ve 1964 yılının ilkbaharında da Konya, Adana, Maraş ve Tarsus'ta konferanslar verdi. 1964'te Büyük Doğu'nun 11'inci devresini açtı. Adnan Menderesin aziz hatırası için kaleme aldığı ve derginin 1'inci sayısında neşrettiği "Zeybeğin Ölümü" şiirinden dolayı takibata uğradı. 1965'te " Fikir Kulübü"nü kurdu. Mart ayından başlayarak sırasiyle Adıyaman, Maraş, Burdur, Gaziantep, Nizip, Kilis, Kayseri, Akhisar, Ankara, Kırıkkale ve Eskişehir'de konferanslar serisini sürdürürken, günlük çerçevelerine ve bazı eserlerinin tefrikasına da bir gazetede devam etti. " Fikir Kulübü" adına Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde verdiği bir konferans üzerine açılan dâvada, "Din esasına bağlı cemiyet kurmak" iddiasiyle yargılandı. Büyük Doğu'ların 1965 ve 1967 devrelerinde birçok defa "Hükümetin Manevi Şahsiyetini Tahkir" suçlamasiyle takibata uğradı. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardından, Adalet Partisi devr-i iktidarında da takip mevzuu olmaktan kurtulamadı. tarihli Büyük Doğu Dergisinde dönemin Başbakanı'nın Demirel kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk defa olarak yayınladı. "İdeolocya Örgüsü" isimli eseri, "Mümin/Kafir" diyalogları ve siyasi içerikli yazıları sebebiyle devamlı olarak suçlandı, sorgulandı, yargılandı. 1968'de "Vahidüddin" adlı eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskısını yaptıktan sonra takibata uğradı ve kitap toplatıldı. Eserde suç unsuru bulunmadığına dair bilirkişi raporu doğrultusunda Mahkeme, beraat kararı verdi. İleride, kararın Temyiz'e bozdurulması ve daha önceki kararın aksine mahkemenin bozma ilamına uymasiyle bu dâvadan da mahkûm olacak ve bir müddet sonra Af Kanunu çıkacağı için karar infaz edilemeyecekti. Ancak "Vahidüddin" eseri 2'nci baskısında hiçbir takibata uğramayıp "zaman aşımı"na gireceği halde, 1976'daki 3'üncü baskısından sonra tekrar takibata uğrayacak ve en aşırı fikir düşmanlarının imzasını taşıyan bütün bilirkişi raporlarına rağmen hukuk anlayışı bakımından tarihte eşi az görülmüş bir mantık üzerine oturtulmuş 25 sahifelik bir kararla yıl mahkûmiyetine sebep olacaktı. 1969 yılı içinde Erzincan, Antalya ve Alanya'da konferanslar verdi. Çeşitli tarihlerde muhtelif gazetelerde, başmakalelerine, fıkralarına ve bazı eserlerinin tefrikasına devam etti; tam sahife Ramazan yazıları kaleme aldı. 1973 seçimlerinden sonra beliren; neredeyse, 1943'lerde "Sanatına yazık etti!" diyenlere, 30 sene sonra bambaşka bir açıdan hak verdirtecek siyasi tablo ve bu tabloyla birlikte artık iyice ortaya çıkan dini manzara karşısındaki üslûbunda, derin bir ıstırap ve inkisâr saklıdır "Bir devirdi. O tarihlerde 40'lı yıllar küfür, bütün müesseseleriyle bir buzdağı gibiydi. Ortalıkta hiçbir hareket mevcut değildi. Müslümanlık zindanı camilerden bir hıçkırık sesi bile gelmiyordu. Bu gafiller, adeta, "camie girebiliyorum ya, ne devlet!" gibilerinden seviniyorlar ve hadım olmanın oltasında mesut görünüyorlardı. Şimdi şucu bucu geçinen bazı zümrelere adını vermiş isimlerden hiçbirini görmek mümkün değildi. Derken, meydan açılır gibi olduktan sonra ortaya çıktılar ve kendilerine evliyalık süsü vermekten de kaçınmadılar. Biz ise, mahut buzdağını, karda avuçlarımızı hohlarcasına, ciğerlerimizden kopan sıcak nefeslerle eritmeye çalıştık ve galiba bunda müessir olduk. Fakat bu defa... Bu defa ortalık çamur kesildi ve şu andaki perişan manzara doğdu. Dahası ve en acısı, İslâm dava ve aksiyonunun bunlara izafe edilmesi, bunlarda göründüğü gibi zannedilmesi, İslâma aykırı cephenin bütün din hıncının bu beceriksizler üzerinde bir nevi boks talimi yastığına benzer bir avantaj kazanması ve İslâm davasını temsil gibi bir şeref ve ehliyetin, bu ehliyetsiz ellerde bilinmesidir!.. Biz, tam 30 yıl, tırnaklarımıza kan ve ciğerimize kaynar su oturmuş; bu netice için mi çalıştık, çabaladık, didindik, yırtındık, yıprandık, helak olduk?.. 1973" Ve o yıl Hacca gitti. Aynı yıl, Fas'tan, Saraya çok yakın çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kısmını bütün aile fertleriyle birlikte Fas'ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas'ta yaşaması teklifini; gözlerini pencereden dışarıya, alakasız bir noktaya dikerek, küçük, çok küçük göz tikleri içinde sabırla dinledi. İlgisiz bir mevzu açarak cevap verdi. Yine aynı yıl, oğlu Mehmed'e Büyük Doğu Yayınevi'ni kurdurdu. Sonuna vasiyetini de eklediği "Esselâm" isimli manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayınına başladı. 1974'de, daha önce "Örümcek Ağı/1925", "Kaldırımlar / 1928", "Ben ve Ötesi / 1932", "Sonsuzluk Kervanı / 1955", "Çile / 1962" ve "Şiirlerim / 1969" adlarıyle yayınlanan şiir kitaplarını, "mal sahibi olarak" kendisini ifadelendirmeyen küçük ve kifayetsiz davranışlar şeklinde değerlendirirken, onları "özleştirerek, süzerek, ayıklayarak, düzelterek" yeni şiirleriyle birlikte tek kitapta; "Çile"de 1974 / Bütün Şiirleri topladı. Böylece bu isim altında bütünleştirdiği şiirlerini, Türk Edebiyatına, "Şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu" diyerek armağan ederken, kitabın takdiminde, vasiyet niteliğindeki şu ifadeye yer verdi "- İşte şiir kitabım bu, hepsi bukadar; ve bu kitaba gelinceyedek başka hiçbir şiir bana, adıma ve ruhuma maledilemez!" 1975 Ağustosunda, kabri Van'ın Arvas köyünde bulunan, mürşidinin mürşidi Seyyid Fehim Hazretlerini, bir yıl sonra da, onun da mürşidi Hakkari'nin Şemdinli Kazasının Nehri mevkiindeki Seyyid Tâhâ Hazretlerini ziyaret etti. 1975'de, Demokrat Parti döneminde, meydanlarda Büyük Doğu aleyhinde mitingler tertip ettirilen iki gençlik kuruluşundan biri olan Milli Türk Talebe Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münasebetiyle bir "Jübile" tertiplendi. 23 Kasım 1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor"ları, 1978'de de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı. 26 Mayıs1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi. 1981 yılının başlarında, görünen yüzüyle, "içinde 20 yıl müddetle bir protoplazma halinde yaşattığı İman ve İslâm Atlası isimli eserini kalıba dökebilmek için", bir daha çıkmamak üzere evine, hatta küçücük odasına kapandı. Yeni bir Parti kurmak üzere bulunan ve ileride Devlet Başkanlığına kadar yükselecek olan Özal'ı, arzusu üzerine sık sık odasına kabul ederek fikirler not ettirdi, tavsiyelerde bulundu. Ömrünün son günleri, Erenköyündeki evinde aynı "küçük oda"da, yine kesinleşip infaz safhasına gelmiş; ve hayli ilerlemiş yaşına ve adlî tıp raporlarına rağmen devrin Devlet Başkanınca Evren af yetkisi kullanılmayarak bir tür infaz emri verilmiş yıllık mahkumiyeti yüzünden her an götürülme tehditi altında; kitapları, yazıları, notları ve bir takım halis ve gerçek dostlariyle mahzun sohbetler içinde geçti. Ve bir gece... Onun için daima sırlarla dolu Mayıs ayında bir gece, 25 Mayıs 1983 yatağında doğrulup, elâ gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikti. Ne gördü ki; pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı "Demek böyle ölünürmüş!.." "Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ...O, kim mi?Allahın Sevgilisi...Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat... Benim hayatım budur! Necip Fazıl Kısakürek Batı kültürünün içinden yetişti. Saf şiir, sanat, edebiyat ve tefekkür yolundan geldi. 14. İslâm asrında; İslâmın asırlar sonra topyekûn muhasebesini yerine getirdi. 79 yıllık hayatı ve eserleriyle her dem, "hayal kanatları kan içinde" tek başına uçar gibi yaşadı. 26 Mayıs 1983'de, Perşembe günü, Eyüp sırtlarında toprağa verildi. Necip Fazıl Kısakürek Kimdir? Necip Fazıl Kısakürek ya da Ahmet Necip 26 Mayıs 1904,İstanbul - 25 Mayıs 1983, İstanbul, Cumhuriyet Döneminde şiir, hikaye, tiyatro, roman, eleştiri, deneme, hatıra ve inceleme türünde eserler kaleme almış, Üstat ve Kaldırımlar Şairi olarak anılan, eserlerinin sayısı 120’yi geçen Türk şair, İslamcı ideolog, düşünür, tiyatro, roman ve hikaye yazarıdır. 1904 yılında İstanbul’da soyu Dulkadiroğlularına bağlı Kısakürekler’e dayanan büyük babası Mehmed Hilmi Efendi’nin konağında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında farklı görüşler mevcuttur. Necip Fazıl Kısakürek'in babası Abdülbâki Fâzıl Bey, annesi ise Mediha Hanım’dır. Kız kardeşinin adı ise Sema'dır ve henüz 5 yaşında iken vefat etmiştir. Necip Fazıl Kısakürek, yaşadığı dönemde yazdıkları ve yaptıkları ile hem döneminde hem de daha sonra birçok kişiyi etkilemiş birisidir. Hayatını Abdülhakim Arvâsî ile tanışmadan öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırabileceğimiz Necip Fazıl Kısakürek, yaşadığı bohem hayatı bırakmış, kendisini İslam dinini anlamaya ve anlatmaya adamıştır. 1983 yılında Erenköy’deki evinde vefat eden şair Necip Fazıl Kısakürek, kalabalık bir cenaze töreni ile defnedilmiştir. Necip Fazıl Kısakürek Eserleri Nelerdir? Necip Fazıl Kısakürek’in 122 adet eseri aşağıda listelenmiştir. Yahudilik Hikayelerim Vesikalar Konuşuyor Gönül Nimetleri Tiyatro Eserleri Namık Kemâl Çerçeve 1 Ahşap Konak Tanrı Kulundan Dinlediklerim Nasreddin Hoca 1001 Çerçeve 4 Yeniçeri Hac'dan Çizgiler, Renkler ve Sesler Esselam Reşahat Moskof Rabıta-i Şerife Başbuğ Velilerden 33 Bâbıâli İhtilal Veliler Ordusundan 333 Rapor 1,2 Rapor 3, 4 Rapor 5, 6 Rapor 7, 8 Rapor 9, 10 Rapor 11, 12, 13 Savaş Yazıları 2 Tasavvuf Bahçeleri Hadiselerin Muhasebesi Hadiselerin Muhasebesi 2 Hadiselerin Muhasebesi 3 Hesaplaşma Başmakalelerim 1 Çerçeve 3 Başmakalelerim 2 Başmakalelerim 3 Çerçeve 5 Çerçeve 6 Çile Çerçeve 4 Örümcek Ağı Kaldırımlar Ben ve Ötesi Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil Tohum Beklenen Bir Adam Yaratmak Künye Sabır Taşı Para Müdafaa Halkadan Pırıltılar Nam Çöle İnen Nur 101 Hadis Maskenizi Yırtıyorum Sonsuzluk Kervanı Cinnet Mustatili Yılanlı Kuyudan Mektubat'tan Seçmeler At'a Senfoni Büyük Doğu'ya DOĞRU İdeolocya Örgüsü Altun Halka Silsile O ki O Yüzden Varız Her Cephesiyle Komünizm Türkiye'de Komünizm ve Köy Enstitüleri Reis Bey Siyah Pelerinli Adam Hazret İman ve Aksiyon Ruh Burkuntularından Hikâyeler Büyük Kapı Ulu Hakan 2. Abdülhamid Han Bir Pırıltı Binbir Işık Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar 1 Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar 2 Büyük Kapı'ya ek İki Hitabe Ayasofya/Mehmetçik El Mevahibü'l Ledüniyye Vahidüddin İdeolocya Örgüsü Türkiye'nin Manzarası Peygamber Halkası 1001 Çerçeve 1 1001 Çerçeve 2 1001 Çerçeve 3 1001 Çerçeve 5 Piyeslerim Müdafaalarım Son Devrin Din Mazlumları Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık Şiirlerim Benim Gözümde Menderes Kanlı Sarık Hikâyelerim Nur Harmanı Senaryo Romanları Hazret Esselâm Hac O ve Ben Hitabeler Mukaddes Emanet Sahte Kahramanlar Yolumuz, Halimiz, Çaremiz İbrahim Ethem Doğru Yolun Sapık Kolları Aynadaki Yalan İman ve İslâm Atlası Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu Kafa Kâğıdı Dünya Bir İnkılâp Bekliyor Mümin Öfke Ve Hiciv Çerçeve 2 Konuşmalar Hücum Ve Polemik Edebiyat Mahkemeleri Hâdiselerin Muhasebesi 1 Püf Noktası Bekleyen Bayram Necip Fazıl Kısakürek'in İlk Eseri Nedir? Necip Fazıl Kısakürek'in bilinen ilk eseri 1925 yılında yayımlanan "Örümcek Ağı" isimli şiir kitabıdır. Necip Fazıl Kısakürek'in Kaç Tane Eseri Vardır? Necip Fazıl Kısakürek’in 120’den fazla eseri vardır. Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri Necip Fazıl Kısakürek’in 7 adet şiir kitabı aşağıda listelenmiştir. Örümcek Ağı Kaldırımlar Ben ve Ötesi Sonsuzluk Kervanı Çile Şiirlerim Esselâm Necip Fazıl Kısakürek’in en önemli şiirlerinden beş tanesi aşağıda verilmiştir. KALDIRIMLAR 1 Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi... SAKARYA TÜRKÜSÜ İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!.. Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu’nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! BEKLENEN Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme, artık neye yarar? ZİNDANDAN MEHMED’E MEKTUP Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta… Halimi düşünüp yanma Mehmed’im! Kavuşmak mı?.. Belki… Daha ölmedim! Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli… Git ve gel… Yüz adım… Bin yıllık konak. Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir âlem ki, gökler boru içinde! Akıl, olmazların zoru içinde. Üstüste sorular soru içinde Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? Bir idamlık Ali vardı, asıldı; Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil… Müdür Bey dert dinler, bugün “maruzât”! Çatık kaş… Hükûmet dedikleri zat… Beni Allah tutmuş, kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem… Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; Sayı var, maltada hızaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et. Somurtmuş ki bıçak, nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat… Yalnız seccademin yününde şefkat; Beni kimsecikler okşamaz mâdem; Öp beni alnımdan, sen öp seccadem! Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin! Peykeler, duvara mıhlı peykeler; Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler… Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! Kanla dolu sünger… Beynimi içtin! Sükût… Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyadan nazar. Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? Ses demir, su demir ve ekmek demir… İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir ki elden, kader bu, emir… Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünyaya kapalı, Allaha açık. Dua, dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış… Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu; İplik ki, incecik, örer boşluğu. Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş; Karanlığında nur, yeniden doğuş… Sesler duymaktayım Davran ve boğuş! Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin! Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! ÇİLE Gâiblerden bir ses geldi Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde... Pencereye koştum Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı. Ateşten zehrini tattım bu okun. Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un, Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikat, al sana rüya! İşte akıllılık, işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünya etti hediye. Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim. Nesin sen, hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam! Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe. Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe. … Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mâverâ dede. Yandı sırça saray, ilâhî yapı, Binbir âvizeyle uçsuz maddede. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur. İçiçe mimarî, içiçe benlik; Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur! … Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak... Necip Fazıl Kısakürek Kaç Tane Şiir Yazmıştır? Necip Fazıl Kısakürek’in 7 adet şiir kitabı vardır. Necip Fazıl Kısakürek En İyi Şiiri Hangisidir? Necip Fazıl Kısakürek’in en ünlü şiiri “Kaldırımlar” isimli şiirdir. Necip Fazıl Kısakürek İlk Şiiri Hangisidir? Necip Fazıl Kısakürek'in bilinen ilk şiiri 1 Temmuz 1923 yılında Yeni Mecmua’da yayımlanan “Kitâbe” başlıklı şiirdir. Necip Fazıl Kısakürek Şiirlerinin Özellikleri Nelerdir? Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet’in ilk yıllarında hece vezniyle şiirler yazmış, eserlerinde estetik kaygı gözetmiş ve metafizik-psikolojik derinlikli şiirler kaleme almıştır. İçerik bakımından mistik ve metafizik eğilimler gösteren şiiri vehim ve sayıklamalar içermektedir. Necip Fazıl Kısakürek'in şiirleri şairin yaşadığı değişimlerden etkilenmiştir. Abdülhakim Arvâsî ile tanıştıktan sonra şiirlerinde dinî-mistik görüş hakim olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerinde hakim olan temalar Korku, ölüm, dâüssıla, ukde, tecrit, Allah, insan, din, mekân, tabiat, kadın, yalnızlık ve hafakandır. Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerinde eşya dış görünüşüyle algılandığı gibi değildir. Eşya insanın iç dünyasıyla ilişkilidir. Şiiri “üstün idrak sahibi” ve “ilâhî emanetin temsilcisi” olarak tarif eden Necip Fazıl Kısakürek, kabul ettiği bütün şiirlerini "Çile" isimli kitabında bir araya getirmiş ve şiir anlayışı hakkında yazmış olduğu poetikayı da bu kitabın içerisine eklemiştir. Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri Hangi Türdedir? Necip Fazıl Kısakürek'in şiirleri mistisizm türündedir. Mistisizm, kutsal bir varlık ile kişisel bir bağ kurma arayışıdır. Gizemcilik olarak da adlandırılmaktadır. Bu türde şiirler yazmış bazı isimler aşağıda listelenmiştir. Cahit Zarifoğlu Ebubekir Eroğlu İsmet Özel Sezai Karakoç Nurullah Genç Erdem Bayazıt Hilmi Yavuz Asaf Halet Çelebi Necip Fazıl Kısakürek'in Şiir Anlayışı Nedir? Necip Fazıl Kısakürek, dini değerleri ön plana çıkaran bir şiir anlayışına sahiptir. Necip Fazıl Kısakürek'in ilk dönem şiirlerinde dini temalar görünmese de Nakşibendî şeyhi Abdülhakim Arvâsî ile tanıştıktan sonra sanat anlayışına dinî-mistik görüş hakim olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek, eserlerinde dinî ve tasavvufî meselelere eğilmiş, metafizik endişeleri dinî bir dille tartışmıştır. Necip Fazıl Kısakürek Şiirlerinde Hangi Ölçüyü Kullanmıştır? Necip Fazıl Kısakürek, şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek Şiirlerinde Hangi Kafiyeyi Kullanmıştır? Necip Fazıl Kısakürek, şiirlerinde birçok kafiye çeşidini kullanmıştır. Tek bir kafiye çeşidi ile sınırlı kalmamıştır. Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri Nerelerde Yayımlanmıştır? Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini yayımladığı çeşitli dergi ve gazeteler aşağıda listelenmiştir. Tohum Dergisi Ağaç Dergisi Büyük Doğu Dergisi Borazan Dergisi Yeni Mecmua Millî Mecmua Anadolu Dergisi Hayat Dergisi Varlık Dergisi Cumhuriyet Gazetesi Son Telgraf Gazetesi Haber Gazetesi Necip Fazıl Kısakürek Hangi Dönem Yazarıdır? Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet Dönemi yazarıdır. Necip Fazıl Kısakürek Sanat Anlayışı Nedir? Necip Fazıl Kısakürek “sanat sanat içindir” anlayışını benimsemiştir. Necip Fazıl Kısakürek Hangi Edebi Akımdan Etkilenmiştir? Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Hareketinden etkilenmiştir. Büyük Doğu, Necip Fazıl Kısakürek tarafından ortaya koyulan İslamcı ideolojidir. Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu'yu "İdeolocya Örgüsü" isimli eserinde açıklamıştır. Necip Fazıl Kısakürek tarafından dokuz esasa dayandırılan Büyük Doğu'nun esasları aşağıda listelenmiştir. Ruhçuluk Büyük Doğu'nun, materyalizm ve rasyonalizme karşı, İslam tasavvufuna dayanan mistik ve idealist karakteridir. Keyfiyetçilik Büyük Doğu ruhçuluğunun tümevarımsal yönü olarak özcülüğe vurgu yapar. Şahsiyetçilik Hakikati toplumun değil, bireylerin temsil edebileceği görüşüdür. Ahlakçılık Büyük Doğu'nun İslam ahlakını idealize ettiğini ve ona bağlılığını ifade eder. Milliyetçilik Büyük Doğu ideolojisinin ırkçılık ve kozmopolitanizme karşı, milletlerde inanç, değer, düşünce ve duyarlığı öne çıkarma prensibidir. Sermaye ve mülkiyette tedbircilik Mülkiyet hakkını korumakla birlikte sermaye ve refahın devlet eliyle topluma yayılarak düzenlenmesini savunur. Cemiyetçilik Bireylerine dayanışma, aidiyet ve sorumluluk duygusunu veren bir toplum kurmayı önemser. Nizamcılık Sistemli düşüncenin ve eylem disiplininin önemini vurgular. Müdahalecilik İnsan iradesinin toplumdaki başıboşluğa karşı yapıcı, zorbalığa karşı yıkıcı hamlelerini destekleme prensibidir. Necip Fazıl Kısakürek Kimlerden Etkilenmiştir? Necip Fazıl Kısakürek’in etkilendiği isimler aşağıda listelenmiştir. Abdülhakim Arvâsî Lord Byron Oscar Wilde William Shakespeare Yahya Kemal Beyatlı Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Hamdi Akseki Hamdullah Suphi Tanrıöver Necip Fazıl Kısakürek Kimleri Etkilemiştir? Necip Fazıl Kısakürek’in etkilediği isimler aşağıda listelenmiştir. Sezai Karakoç Erdem Bayazıt Nuri Pakdil Arif Ay Akif İnan Hilmi Yavuz Cahit Zarifoğlu İsmet Özel Alâeddin Özdenören Nurullah Genç Ebubekir Eroğlu Abdülvahap Akbaş Mustafa Özçelik Mehmet Atilla Maraş Cumali Ünaldı Necip Fazıl Kısakürek'in Edebiyat İçin Önemi Nedir? Necip Fazıl Kısakürek, Behçet Necatigil’in sözleri ile “Tekke şiirimizin verimlerini modern Fransız şiiri ölçüleriyle değerlendiren, şiirlerinde insanın evrendeki yerini araştıran; madde ve ruh problemlerini, iç alemin gizli duygu ve tutkularını dile getiren Necip Fazıl; oturmuş bir dil ve sağlam bir tenkitle yazdı.” ve yazmış olduğu yazılarla birçok kişiyi etkileyerek Türk edebiyatının en önemli şairlerinden birisi olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek'in Eserleri Nerelerde Yayımlanmıştır? Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinin yayımlandığı çeşitli dergi ve gazeteler aşağıda listelenmiştir. Tohum Dergisi Ağaç Dergisi Büyük Doğu Dergisi Borazan Dergisi Yeni Mecmua Millî Mecmua Anadolu Dergisi Hayat Dergisi Varlık Dergisi Cumhuriyet Gazetesi Son Telgraf Gazetesi Haber Gazetesi Necip Fazıl Kısakürek Yazarlık Dışındaki Kariyeri Necip Fazıl Kısakürek, eğitim için gittiği Paris'ten döndükten sonra İstanbul'da bankacılık mesleği ile tanışmıştır. İlk iş tecrübesini Hollanda Bankası’nda kazanmıştır. Hollanda Bankası'nın ardından Osmanlı Bankası’nda çalışmış ve Adana-Ceyhan’a gitmiştir. Necip Fazıl Kısakürek'in hayatı boyunca devam eden at merakı da bu yıllarda başlamıştır. 1927’de ise tekrar İstanbul’a dönen Necip Fazıl Kısakürek, buradan da Giresun’a gitmiştir. Kısa süre sonra Giresun'da bulunan bankadan ayrılmış ve tekrar İstanbul’a dönmüştür. Necip Fazıl Kısakürek, bir dönem Fransız otomobilleri satan bir şirkette ticari servis şefliği de yapmıştır. Bu işinden sonra tekrar bankacılığa dönmüş ve dokuz yıl daha bankacılık yapmıştır. Necip Fazıl Kısakürek, bankacılığa geri döndükten sonra önce İş Bankası’nda çalışmak üzere Ankara’ya gitmiş ve burada sosyal ve kültürel bakımdan kendisini geliştirmiştir. Ankara'nın ardından aynı bankanın Trabzon şubesine muhasebeci olarak atanmıştır. Buradan önce İstanbul’a sonra bir süre Edirne'ye de giden Necip Fazıl Kısakürek en son İstanbul’da “teftiş heyeti” kadrosuna atanmış ve ardından da bankacılık işini sona erdirmiştir. Necip Fazıl Kısakürek, bankacılık işini şiir tutkusu nedeniyle bırakmıştır. Bankacılık dışında çeşitli eğitim kurumlarında çalışmıştır. Ankara’da Yüksek Devlet Konservatuarı’na tayin edilmiş, İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nde kültür derslerini vermiş ve Robert Koleji’nin son üç sınıfının edebiyat derslerine girmiştir. Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu Cemiyeti Necip Fazıl Kısakürek, 28 Haziran 1949'da Büyük Doğu Cemiyeti’ni günümüzdeki parti kavramıyla aynı anlamda kurmuştur. Derneğin başkanı Necip Fazıl Kısakürek, başkan yardımcısı Cevat Rıfat Atilhan ve genel sekreter Abdurrahim Rahmi Zapsu'dur. Derneğin ilk şubesi ise Kayseri’de açılmıştır. Daha sonra Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya ve Diyarbakır'da şubeler açılmıştır. Büyük Doğu Cemiyeti'nde faaliyet gösterdiği dönemde birçok kez tutuklanan ve hapis yatan Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1951’de cemiyeti feshetmiştir. Necip Fazıl Kısakürek, cemiyetle aynı ismi taşıyan bir dergi de çıkarmıştır. Necip Fazıl Kısakürek tarafından çıkarılan "Büyük Doğu" dergisinin ilk sayısı 1 Eylül 1943’te İstanbul'da çıkmıştır. Bu dergide yayımladığı yazılarında Ne-Fe-Ka, Hi-Ab-Kö, Ha-A-Ka, Adı Değmez, Neslihan Kısakürek, Ahmed Abdülbaki, Prof. , Bankacı, Be-De, Ozan ve Ozanbaşı gibi takma isimler kullanmıştır. Haftalık, aylık ve günlük olarak toplam 512 sayı çıkmış olan “Büyük Doğu” dergisinin son sayısı Mayıs 1978’de çıkmıştır. Necip Fazıl Kısakürek'in Siyasi Görüşleri Necip Fazıl Kısakürek, 1934 yılında Nakşibendilik tarikatına dahil olmuştur. Şeyhi ise Abdülhakim Arvâsî'dir. Abdülhakim Arvâsî ile tanıştıktan sonra ülkedeki siyasi gelişmelerle ilgilenmeye başlamıştır. Siyasi içerikli birçok yazı kaleme almıştır. Soğuk Savaş döneminde ise Türkiye'de antikomünizm akımın öncülerinden olmuştur. Yakın tarih hakkında kitaplar da kaleme almış olan Necip Fazıl Kısakürek, hem yazıları hem de siyasi faaliyetleri nedeniyle birçok kez tutuklanmış ve mahkum edilmiştir. Necip Fazıl Kısakürek'in Eleştirileri Necip Fazıl Kısakürek, düşünce yapısını din, tasavvuf ve mistisizm ekseninde geliştirmiştir. Hayatı boyunca fikri mücadelede bulunmuştur. Edebi eserlerini de fikirlerini yaymak için kullanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek, edebi eserlerinin yanı sıra çeşitli yayın organları aracılığı ile de fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Kendi medyasını oluşturmak isteyen Necip Fazıl Kısakürek, bunun için Demokrat Parti iktidarının imkânlarından yararlanmak istemiştir. Adnan Menderes'e yardım mektubu da yazmış olan Necip Fazıl Kısakürek'in eleştiri türündeki iki eseri aşağıda listelenmiştir. Öfke ve Hiciv Hücum ve Polemik Necip Fazıl Kısakürek Belgeseli Necip Fazıl Kısakürek’in hayatını konu alan ve anlatan birçok belgesel ve program bulunmaktadır. Necip Fazıl Kısakürek’in hayatını anlatan bu belgesel ve programlara internet üzerinden ulaşmak mümkündür. İnternet üzerinden ulaşılabilecek bazı belgesel ve programlar aşağıda listelenmiştir. Kelimeler ve Şeyler Televizyon Programı 42. Bölüm TRT Necip Fazıl Kısakürek Belgeseli TRT Arşiv Youtube Kanalı Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor-Necip Fazıl Kısakürek TRT Arşiv Youtube Kanalı Necip Fazıl Kısakürek Necip Fazıl Kısakürek TV Dizisi Necip Fazıl Kısakürek’in hayatını anlatan dizinin adı “Necip Fazıl Kısakürek”dir. Dizi 1988 yılında TRT 1'de yayımlanmıştır. Dizinin yönetmeni Süleyman Baydili'dir ve bu biyografik dizide başroller Metin Serezli ve Halit Ergör'dür. Necip Fazıl Kısakürek Sözleri Necip Fazıl Kısakürek’in 20 adet sözü aşağıda listelenmiştir. “Kendini dünyalar kadar değerli zannedenlere kısa bir not! Dünya beş para etmiyor.” “Her ağızda, her telde fanilik dırıltısı, Sonunda tek şarkı, tabutun gıcırtısı.” “Sadece Allah’a inanın. Gerisi inanılacak gibi değil.” "Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince, Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur. Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince, Aynalar yüzümü tanımaz olur." “Benim ayağımın altıda müsait başımın üstü de nerde olacağını sen belirle.” “Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım.” “Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz? Güneşe göç var da kalan biz miyiz?” “Gökler ağlıyor, biz ağlamışız çok mu? Bize yobaz diyorlar, haberin yok mu?” “Adamlık cinsiyet değil şahsiyet meselesidir.” “Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil.” “Akşamı getiren sesleri dinle, Dinle de gönlümü alıver gitsin. Saçlarımdan tutup kor gözlerinle Yaşlı gözlerime dalıver gitsin.” “Bana çağdışı diyorlarmış. Ne büyük bir onur! Ben bu çağın dışında kalmayayım da, içinde mi boğulayım.” "Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar; Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr, Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr, Gölgemin peşinden yürür giderim…" "Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere, Otel odalarında, otel odalarında!…" "Çıkamam, aynalar, aynalar zindan. Bakamam, aynada, aynada vicdan; Beni beklemeyin, o bir hevesti; Gelemem, aynalar yolumu kesti." "Yön yön sarılmışım ne yana baksam; Sarılan olur da saran olmaz mı? Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam; Geçip de aynaya soran olmaz mı?" "Anne girdin düşüme. Yorganın olsun duam; Mezarında üşüme." "Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar." "Kalbim bir çiçektir, gündüzler ölgün; Gelin, gelin, onu açın geceler! Beni yad edermiş gibi, bütün gün Ötün kulağımda, çın çın geceler!" "Varırım elbet dedim. Bir ömür geze geze Takvimdeki denize." Necip Fazıl Kısakürek'in Aldığı Ödüller Necip Fazıl Kısakürek’in aldığı ödüller aşağıda listelenmiştir. 1980 Yılında Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü 1981 Yılında İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı'nı 1982 Yılında Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü 1980 Yılında Türk Edebiyatı Vakfı'nca verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' Şairlerin Sultanı unvanını kazanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek Nerelidir? Necip Fazıl Kısakürek baba tarafından Maraş, anne tarafından İstanbulludur. Necip Fazıl Kısakürek'in Babası Kimdir? Necip Fazıl Kısakürek'in babası Abdülbâki Fâzıl Bey'dir. Mekteb-i Hukuk mezunudur. Abdülbâki Fâzıl Bey hukuk eğitimden sonra Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve Kadıköy hâkimliği görevlerinde bulunmuştur. Necip Fazıl Kısakürek Çocukluğu Nasıldır? Necip Fazıl Kısakürek'in çocukluğu dönemin ünlü hâkimlerinden olan büyükbabası Mehmet Hilmi Bey’in Çemberlitaş’ta bulunan konağında geçmiştir. İlk dini eğitimini ve okuma, yazmayı dedesi Mehmet Hilmi Bey'den öğrenen Necip Fazıl, büyükannesi Zafer Hanım’ın etkisiyle de kitap okuma alışkanlığı kazanmıştır. Çocukluk döneminde ciddi bir rahatsızlık atlatan Necip Fazıl Kısakürek, ailesinin her zaman üstüne titrediği bir çocuk olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek Eğitim Hayatı Nasıldır? Necip Fazıl Kısakürek ilk eğitimini aile içinde ve ailesinin dostlarından almıştır. Ailesi dışında eğitim aldığı ilk yer mahalle mektebidir. Düzensiz bir eğitim hayatı vardır. Mahalle mektebinden sonra Gedikpaşa taraflarındaki Fransız Mektebi’ne yazdırılan Necip Fazıl Kısakürek, bu okula uyum sağlayamayınca aynı semtte bulunan Amerikan Koleji’ne gitmeye başlamıştır. Sonrasında ise sırayla Büyükdere’de Emin Efendi’nin Mahalle Mektebi, İstanbul’da Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi, Vaniköy’de Rehber-i İttihat Mektebi ve son olarak da Nihayet Heybeliada Numune Mektebi’ne gitmiş ve buradan mezun olmuştur. 1916 yılında ise Mekteb-i Fünûn-u Bahriye'de eğitim görmeye başlamıştır. Burada üç yıl eğitim gören Necip Fazıl Kısakürek'in hocalarından bazıları Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki, Hamdullah Suphi Tanrıöver'dir. Bu okulda aynı dönemde eğitim gören bir diğer öğrenci ise Nâzım Hikmet Ran'dır. Necip Fazıl Kısakürek, ilk yayıncılık faaliyetine Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şâhâne'de başlamıştır. "Nihal" isminde haftalık bir dergi çıkarmıştır. Bu okul şair Necip Fazıl'ın edebiyat hayatı için oldukça önemlidir. Şiire ilk bu okulda ilgi duymuş ve birçok edebi eseri bu okulda okumuştur. Necip Fazıl Kısakürek, Mekteb-i Fünûn-u Bahriye'den sonra İstanbul Darülfünûnu Hukuk Fakültesi'nde yükseköğrenim görmeye başlamıştır. Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi'nde de eğitim görmüştür. Bu okuldaki arkadaşları ise Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Faruk Nafiz ve Ahmet Kutsi'dir. Necip Fazıl Kısakürek, 1924 yılında ise Maarif Vekâleti'nin açtığı sınavda başarılı olmuş ve eğitim görmesi için Paris'e gönderilmiştir. Paris'te Sorbonne Koleji Felsefe Bölümü'ne girmiş, sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanışmıştır. Burada bohem bir yaşam süren Necip Fazıl Kısakürek, kumar ve alkol bağımlısı olmuştur. Bohem yaşamı nedeniyle birçok maddi sıkıntı da yaşamış olan Necip Fazıl Kısakürek, Paris'te kaldığı bir yılın sonunda bursu kesildiği için yurda geri dönmüştür. Necip Fazıl Kısakürek Paris Yılları Necip Fazıl Kısakürek, 1924 yılında eğitim görmek için gittiği Paris’te bohem bir yaşam sürmüş, içki ve kumar bağımlısı olmuştur. Kötü alışkanlıkları nedeniyle maddi sıkıntılar da yaşamış olan şair Necip Fazıl, devletin kendisine verdiği bursu kaybetmiş ve Paris’te sadece bir yıl kalabilmiştir. Bir yılın sonunda ülkeye geri dönmüştür. Necip Fazıl Kısakürek Nasıl Bir Yazardır? Necip Fazıl Kısakürek, annesinin hasta olduğu dönemde kendisine “Senin şair olmanı ne kadar isterdim” demesi üzerine şair olmaya karar vermiştir. En büyük ününü şiirleri ile kazanmış olsa da roman, oyun, hikaye, eleştiri gibi birçok farklı türde eser kaleme almış üretken bir yazardır. Tiyatro eserleri okurlar tarafından büyük ilgi görmüştür. Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerini okuyan ünlü şair Ahmet Haşim “Çocuk bu sesi nereden buldun?” diyerek beğenisini dile getirmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise onu bir deha olarak değerlendirmiştir. Nurullah Ataç'a göre ise "yarına kalacak tek şair"dir. Necip Fazıl Kısakürek, Abdülhakim Arvasi ile tanışmadan önceki dönemde yaşadığı bohem hayatın tesirinde eserler kaleme alırken Abdülhakim Arvasi ile tanıştıktan sonra tarih, siyasi hayat, sosyal yaşantı, din ve tasavvuf ile beslenen eserler kaleme almıştır. Necip Fazıl Kısakürek Evlendi Mi? Necip Fazıl Kısakürek Abdulhâkim Arvâsî’nin telkiniyle 1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlenmiştir. Bu evlilikten beş çocuğu olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek'in Çocukları Necip Fazıl Kısakürek’in beş çocuğu vardır. Necip Fazıl Kısakürek’in çocuklarının isimleri aşağıda listelenmiştir. Mehmet Kısakürek Ömer Kısakürek Ayşe Kısakürek Osman Kısakürek Zeynep Kısakürek Necip Fazıl Kısakürek Kaç Yaşında Vefat Etti? Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat ettiğinde 78 yaşındadır. Necip Fazıl Kısakürek Mezarı Nerededir? Necip Fazıl Kısakürek'in mezarı Eyüp Sultan Mezarlığı'ndadır. Necip Fazıl Kısakürek Vasiyeti Necip Fazıl Kısakürek, ölümüne yakın dönemde bir vasiyet kaleme almıştır. Bu vasiyeti özellikle Türk gençliği için yazmıştır. Vasiyetini ilk kısmı aşağıda verilmiştir. "Bu vasiyet, çoluk-çocuğumun ve şahsî yakınlarımın dar ve hususî kadrosundan ziyade, onların da içinde olduğu geniş ve umumî zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Türkün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes... Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslâm dâvasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese..." Necip Fazıl Kısakürek Hakkındaki Kitaplar Necip Fazıl Kısakürek hakkında yazılmış olan kitaplardan bazıları aşağıda listelenmiştir. Osman Nuri Ekiz, Necip Fazıl Kısakürek, Toker Yayınları Ferhat Özbadem, Necip Fazıl Kısakürek Mesajlar, Çıra Yayınları Ali Haydar Haksal, Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Irmağı, İz Yayıncılık Üstad Necip Fazıl Kısakürek İle Eskimez Hatıralar, MTTB Kültür Yayınları Fikrin Öncüsü Üstad, MTTB Kültür Yayınları Necip Fazıl Bibliyografyası, Büyük Doğu Yayınları Mustafa Karabulut, Üslüpbilim Stilistlik ve Necip Fazıl Kısakürek'in Şiirleri Üzerinde Stilistlik Bir İnceleme, Akçağ Yayınları - Ders Kitapları Bekir Oğuzbaşaran, Necip Fazıl Gerçeği, Nüve Kültür Merkezi M. Orhan Okay, Necip Fazıl - Sıcak Yarada Kezzap, Dergah Yayınları Metin Önal Mengüşoğlu, Mağrur Öfke Necip Fazıl, Okur Kitaplığı Ahmet Kabaklı, Şairler Sultanı - Necip Fazıl, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları Necip Fazıl Kısakürek Hayatı Şair ve yazar Necip Fazıl KISAKÜREK, 26 Mayıs 1905’te İstanbul’da doğdu. Çocukluğu, büyük babasının İstanbul Çemberlitaş’taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız Kolejleri ile Bahriye Mektebi’nde Askeri Deniz Lisesi tamamladı. Lisedeki hocaları arasında Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Akseki, İbrahim Aski gibi isimler vardı. Necip Fazıl Kısakürek hocalarından en çok İbrahim Aski’nin etkisinde kalmıştır. Tasavvufla ilk tanışması da hocası İbrahim Aski’nin verdiği kitaplarla olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten 1924 sonra, Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile gönderildiği Fransa’da, Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde okudu. Tükiye’ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdüü olarak çalıştı. Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde ders verdi1939-43. Sonraki yıllarında edebiyata yönelerek fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı. Necip Fazıl Kısakürek, annesinin arzusuyla şair olmak istedi bunu düşündüğünde henüz 12 yaşındaydı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua’da yayımlandı. Milli Mecmua, Anadolu, Varlık ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirmeyi başardı. Daha sonra Paris’e gitti ve dönüşünde yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitaplarıyla edebiyat dünyasında patlama yaptı. Necip Fazıl Kısakürek bu eserleriyle genç yaşta şöhreti yakalayarak, çağdaşı şairlerin önüne çıkmayı başardı. Edebiyat çevrelerinde hayranlık aynı zamanda heyecan uyandırdı. 1932’de Ben ve Ötesi adlı şiir kitabını çıkardığında henüz otuz yaşına basmamıştı. Necip Fazıl Kısakürek için 1934 yılı hayatının dönüm noktası oldu. Çünkü hayat felsefesinin değişmesine neden olan ve Beyoğlu Ağa Camii’nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile bu dönemde tanıştı. Ve bu kişiden bir daha kopmadı. Necip Fazıl Kısakürek in, üstün bir ahlak felsefesini savunduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak. Necip Fazıl Kısakürek aralıklarla gidip uzun süelerle kaldığı Ankara’ya üçüncü gidişinde, bazı bankaların da desteğini sağlayarak 14 Mart 1936’da haftalık Ağaç dergisini çıkarmıştır. Yazarları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Mustafa Sekip Tunçun da bulunduğu Ağaç dergisi, yeni kapanan Yakup Kadri’nin Kadro dergisi yazarları Burhan Belge, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir ve İsmail Hüsrev gibi yazarların savunduğu ve dönemin etellektüellerini hayli etkilemiş bulunan materyalist ve marksizan düsüncelerine karşı spiritüalist ve idealist bir çizgi izlemiştir. Ankara’da altı sayı çıkan Ağaç dergisi daha sonra İstanbul’a nakledilmiş ancak fazla okur bulamadığından haftalık Ağaç dergisi 17’nci sayıda kapanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılında dinsel ve siyasal kimliği ön plana çıkan Büyük Doğu adlı dergiyi çıkardı. 1978 yılına kadar aralıklarla haftalık, günlük ve aylık olarak çıkarılan Büyük Doğu’da iktidarlara cephe alan Necip Fazıl Kısakürek, yazı ve yayınları yüzünden mahkemelik oldu, hapse girdi ve dergi birçok kez kapatıldı. Sultan Abdülhamit taraftarı olan Necip Fazıl Kısakürek giderek İslamcı kesimin önderlerinden biri oldu. Ağaç dergisinde olduğu gibi, Büyük Doğunun ilk sayılarında da yazar kadrosu hayli kozmopolittir. Bedri Rahmi, Sait Faik gibi yazarların imzası dergi sayfalarında görülmektedir. Ancak, Büyük Doğu, dinsel bir kavga organı durumuna gelince bu yazarların bir kısmı ayrılmıştır. Necip Fazıl Kısakürek 1947 yılında Büyük Doğu toplatılınca Kasım-Aralık ayları arasında üç sayı devam eden Borazan adlı siyasal mizah dergisini çıkarmıştır. Sık sık kapatılan veya toplatılan Büyük Doğu’nun çıkmadığı dönemlerde günlük fıkra ve çesitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babialide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gibi gazetelerde yayımlayan Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu’da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Müid, Ahmet Abdülbaki gibi takma isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde konferanslar verdi. Necip Fazıl Kısakürek, Sabır Taşı adlı oyunuyla 1947 yılında Piyes Yarışması Birincilik Ödülü’nü almış, doğumunun 75. yıldönümünde Kültü Bakanlığı’nca “Büyük Kültü Armağanı” ödülünü 1980 ve Tük Edebiyatı Vakfı’nca “Tükçenin Yaşayan En Büyük Şairi” ünvanını almıştır. Necip Fazıl Kısakürek yazılarını yazmaya devam ederken uzun süren bir hastalık dönemi geçirdi ve sonra 25 Mayıs 1983’te Erenköy’deki evinde öldü. Fatih’te düzenlenen cenaze merasiminden sonra Eyüp sırtlarındaki Piyer Loti’deki kabristana defnedildi. Örümcek Ağı 1925 Kaldırımlar 1928 Ben ve Ötesi 1932 Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil 1933 Tohum 1935 Bir Adam Yaratmak 1938 Künye 1938 Sabır Taşı 1940 Namık Kemâl 1940 Çerçeve 1940 Para 1942 Vatan Şairi Nâmık Kemâl 1944 Müdafaa 1946 Halkadan Pırıltılar Veliler Ordusundan 1948 Nam 1949 Çöle İnen Nur İzinsiz Baskı 1950 101 Hadis Büyük Doğu’nun 1951’de verdiği ek 1951 Maskenizi Yırtıyorum 1953 Sonsuzluk Kervanı 1955 Cinnet Mustatili Yılanlı Kuyudan 1955 Mektubat’tan Seçmeler 1956 At’a Senfoni 1958 Büyük Doğu’ya DOĞRU İdeolocya Örgüsü 1959 Altun Halka Silsile 1960 O ki O Yüzden Varız Çöle İnen Nur 1961 Çile 1962 Her Cephesiyle Komünizm 1962 Türkiye’de Komünizm ve Köy Enstitüleri 1962 Ahşap Konak Büyük Doğu’nun 1964’te verdiği ek 1964 Reis Bey 1964 Siyah Pelerinli Adam Büyük Doğu’nun 1964’te verdiği ek1964 Hazret 1964 İman ve Aksiyon 1964 Ruh Burkuntularından Hikayeler 1965 Büyük Kapı O ve Ben 1965 Ulu Hakan II. Abdülhamid Han 1965 Bir Pırıltı Binbir Işık 1965 Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar I 1966 Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar II 1966 Büyük Kapı’ya ek Başbuğ Velilerden 1966 İki Hitabe Ayasofya / Mehmetçik 1966 El Mevahibü’l Ledüniyye 1967 Vahidüddin 1968 İdeolocya Örgüsü 1968 Türkiye’nin Manzarası 1968 Tanrı Kulundan Dinlediklerim I 1968 Tanrı Kulundan Dinlediklerim II 1968 Peygamber Halkası 1968 1001 Çerçeve 1 1968 1001 Çerçeve 2 1968 1001 Çerçeve 3 1968 1001 Çerçeve 4 1968 1001 Çerçeve 5 1968 PiyeslerimUlu Hakan/Yunus Emre/S. P. Adam 1969 Müdafaalarım 1969 Son Devrin Din Mazlumları 1969 Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık 1969 Şiirlerim 1969 Benim Gözümde Menderes 1970 Yeniçeri 1970 Kanlı Sarık 1970 Hikayelerim 1970 Nur Harmanı 1970 Reşahat 1971 Senaryo Romanları 1972 Moskof 1973 Hazret 1973 Esselâm 1973 Hac 1973 Çile Nihaî Tertib 1974 Rabıta 1974 Başbuğ Velilerden 33 Altun Silsile 1974 O ve Ben 1974 Bâbıâli 1975 Hitabeler 1975 Mukaddes Emanet 1976 İhtilal 1976 Sahte Kahramanlar 1976 Veliler Ordusundan 333 Halkadan Pırıltılar 1976 Rapor 1 1976 Rapor 2 1976 Yolumuz, Halimiz, Çaremiz 1977 Rapor 3 1977 İbrahim Ethem 1978 DOĞRU Yolun Sapık Kolları 1978 Rapor 4 1979 Rapor 5 1979 Rapor 6 1979 Aynadaki Yalan 1980 Rapor 7 1980 Rapor 8 1980 Rapor 9 1980 Rapor 10 1980 Rapor 11 1980 Rapor 12 1980 Rapor 13 1980 İman ve İslâm Atlası 1981 Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu 1982 Tasavvuf Bahçeleri 1983 Kafa Kâğıdı 1984 Hesaplaşma 1985 Dünya Bir İnkılâp Bekliyor 1985 Mümin 1986 Öfke Ve Hiciv 1988 Çerçeve 2 1990 Konuşmalar 1990 Başmakalelerim 1 1990 Çerçeve 3 1991 Hücum Ve Polemik 1992 Başmakalelerim 2 1995 Başmakalelerim 3 1995 Çerçeve 4 1996 Edebiyat Mahkemeleri 1997 Çerçeve 5 1998 Hâdiselerin Muhasebesi 1 1999 Püf Noktası 2000 Hâdiselerin Muhasebesi 1 1999 Püf Noktası 2000 Necip Fazıl Kısakürek “Şair Olacağım” Kaynak Yeni Şafak Gazetesi Şair olacağım’ Batı kültürünün içinden yetişti. Saf şiir, sanat, edebiyat ve tefekkür yolundan geçti. 14. İslam asrında, İslam’ın asırlar sonra topyekun muhasebesini yerine getirdi… Büyük fikir adamı ve “Şairler Sultanı” Necip Fazıl Kısaküreki ölümünün rahmetle anıyoruz… Eserleri, fikirleri, şiiri ve hayatıyla Tük düşünce ve sanatına damgasını vuran, ama hep “ağrıyan akıl dişi” ile yeryüzünde gezen ve azaplı bir ruhun çırpınışı içinde süekli “hakikat”i arayan büyük şair ve fikir adamı.. Üstad Necip Fazıl Kısakürek, geçen yüzyılın başında 26 Mayıs 1904’te yine kendi ifadesiyle “Çemberlitaş’tan Sultanahmet’e doğru inen sokaklardan birinde, kocaman bir konakta” doğdu. Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinaf Reisliği’nden emekli, İkinci Abdülhamid Han’a Ermeniler’ce girişilen suikastin tarihi muhakemesini yapan ve Mecelle’yi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902’de “Legion d’honneur” nişaniyle ödüllendirilen vakar ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi’dir. Necip Fazıl Kısakürek, ilk dini telkin ve terbiyesini yine tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi’den alır. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhi kaynağını teşkil eden “yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku” şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hatıralarının kaynaştığı bir “tütsü çanağı” olan, büyükbabasına ait Çemberlitaş’taki konakta geçirir. İlk öğretiminden sonra, Fransız Mektebi, Amerikan Koleji gibi okullara devam eder. Kızkardeşi Selma ile büyükbabasının ölümü, çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadisedir. 1915 yılında annesinin hastalığı yüzünden Heybeliada’ya taşınırlar. Hastane günlerini ve şair olmaya karar verdiği hastane odasını Üstad, Çile’nin önsözünde şöyle anlatır “Bahanesi tuhaf” şairlik “Şairliğim 12 yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim.. Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter.. Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp - Senin dedi, şair olmanı ne kadar isterdim!’ Annemin bu dileği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı, içimden kararımı verdim; - Şair olacağım!’ Ve oldum. O gün bugün, şairliği küçük ve adi hissiliklerin üstünde gören, onu idrakin en ileri merhalesi sayan ben, bu küçük ve adi bahaneyi hiç unutmadım” Bahriye Okulu’dan Felsefe’ye Necip Fazil, önce Bahriye Mektebi’ne kaydolur. Öğrenim gördüğü okul o yıl bir yıl daha uzatılınca okulunu terkederek Dar’ul Fünun’un Felsefe Bölümü’ne girer. Bu arada yazdığı şiirlerin bir bölümünü Yakup Kadri’ye götüü. Bir süe sonra da devrin önemli edebiyat adamlarının yazılarının çıkardığı “Yeni Mecmua”da şiirleri çıkmaya başlar. 1 Temmuz 1923 yılında, “Kitabe” adlı şiirini yayımlayan Necip Fazıl Kısaküreke ilk övgü, Ahmet Haşimden gelir. “Çocuk bu sesi nerden buldun sen?” diye Necip Fazıl Kısakürek’e hitap eden Haşim, yakın gelecekte onun Tükiye’nin yetiştirdiği en ünlü şairlerden biri olacağını öngörü adeta. İlk yolculuk Paris’e 1924 yılında Avrupa’ya talebe göndermek için açılan imtihana giren Necip Fazıl Kısakürek, yurt dışına gider. Cumhuriyet devletinin yurt dışına gönderdiği bu ilk öğrenciler bir vapurla Marsilya’ya ve oradan Paris’e geçerler. Sorbon Üniveritesitesi’ne kaydolan Necip Fazıl Kısakürek, bir yıl kaldığı Paris’te bohem bir hayatın içine düşer. Sorbon’da, profesörlerin dikkatini çeker ama, okula devamsızdır. Bir süre sonra, hükümetin verdiği burs kesilir ve İstanbul’a dönmek zorunda kalır. Bir vapurun üçüncü mevkisinde gerçekleşen dönüşü Necip Fazıl Kısakürek hiçbir zaman unutamaz. Ruhundaki fırtınalar, varlık ile yokluk arasında yaşadığı soyut acılar, o dönemde yazdığı eserlere de yansır. O yıllarda kaleme aldığı şiirlerini, “Örümcek Ağı” adında toplar ve kitap edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırır. Necip Fazıl Kısakürek 1925 yılında Paris’ten yurda döner. O yıllarda bankacılık gözde bir meslektir. “Felemenk Bahr-i Sefid Bankası“nda çalışmakta olan Salih Zeki’nin ziyaretine gittiği bir gün, arkadaşının tavassutu ile aynı bankada işe başlar. Daha sonra kısa süelerle Osmanlı Bankası’nın Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalışır. 1928-29 senelerinde de “Babıali” adlı eserinde Babıali’yi tafsilatlı şekilde anlatır. Bir neslin dirilişi Bohem hayatından bir “tesadüf” sonucu tanıştığı Abdulhakim Arvasi Hazretleri sayesinde kurtulan ve “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış / Marifet bu gerisi çelik çomakmış” dizeleriyle kendini yeniden tanımlayan Necip Fazıl Kısakürekin yeniden dirilişi yalnız sanatına değil fikir hayatına da yansır. Sene 1934, bir akşam üstü, çalıştığı bankadan Boğaziçi’ndeki evine dönmek için bindiği “Şirket-i Hayriye” vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği “Hızır” tavırlı bir adam, ona, kainat çapında bir vaadin, Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin adresini verir. Sıcak bir ilkbahar günü, yanına ünlü ressam Abidin Dinoyu da alır ve Eyüp sırtlarına çıkar. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kalır ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat’ın adeta eteklerine yapışır. “Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel; Bir akşamdı ki, zaman, donacak kadar güzel.” diye şiirinde tarif ettiği Arvasi Hazretleri’yle ilgili duygularını Necip Fazıl Kısakürek şöyle anlatır “Efendim! Benim Efendim! Benim, güzellerin güzeli Efendim! Vaktiyle keşke bu kadar zeki olmasaydın!’ buyurduğun adamın beynini, zerre zerre kıskaca alıp atom gibi çatlattıkları bu hengamede, eminim ki, her dem beraberimde, her an baş ucumdasın… Kaç milyon baba ve kaç milyon anne, senin milyarda birin eder? Sen benim böyle bir şeyimsin! Babamla anneme Allah’ın bana tattırdığı varlık şevkine vesile oldukları için bağlıysam, sana da, bu ölçünün ebedî hayat mikyasiyle perçinliyim… Düşünsünler farkı!..” Arvasi Hazretleri ile tanıştıktan sonra şiir poetikası da ciddi bir değişim geçirir. “Çile“yle birlikte şiiri hakikat arayışında bir araç olarak gördüğünün ipuçlarını veren şair, madde ve ruh ilişkisine, insanın iç âleminde kopan fırtınalara, evrenin gizemine değinir. Necip Fazıl Kısakürek’in evliliği Şiir ve oyun yazarlığının beraberinde kendisi gibi düşünen kitleleri, metaryalist akımların boy gösterdiği dergilerin tesirinden kurtarmak amacıyla 1936 yılında haftada bir yayımlanan “Ağaç” dergisini çıkarır. Celal Bayar’ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkarılan “Ağaç” mecmuası, dönemin önde gelen entelektüellerini çatısı altında toplar. Büyük ruh çilesinin sahne destanı “Bir Adam Yaratmak” piyesine Necip Fazıl bu dönemde başlar ve 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak’ta eserini tamamlar. 1941 senesinde ise Babanzade’lerden, Ahmed Naim Efendi’nin kuzeni Recai Bey’in kızı, Yahya Nüzhet Paşa’nın torunu, Fatma Neslihan Hanımefendi ile evlenir. İlk hapis cezası 1942 kışında, 45 günlüğüne Erzurum’a yeniden askere gönderilir. Burada yazdığı siyasi bir yazı sebebiyle mahkum olur ve 1943’te ilk hapis cezasını alarak 1 gün Sultanahmet Cezaevi’nde yatar. Aslında politikaya ve sosyal sahaya meyli, 1936’da başlar ve o yıldan 1943’e kadar geçen 7 yıl içinde, İslami temayülü “şahsi bir zevk ve saklı bir telkin” planında kaldığı için, ne devlet ne de basında kimsenin hedefi olmamıştır. Bu ilk hapis cezasının ardından ilerki yıllarda yine yazdığı yazılardan dolayı tam 9 defa daha hapse girer ve burada pekçok eserini kaleme alır. Necip Fazıl, 1943 yılında siyasi, fikri ve edebi mücadelesini işlediği “Büyük Doğu” dergisini yayımlar. Bu dergi aynı zamanda Fazıl’ın fildişi kulesinden agoraya indiğinin tam olarak belirdiği tarihtir. 1978’e kadar 35 sene boyunca yayımlanan “Büyük Doğu”, polemikleri, değişik alanlardaki yazıları, farklı çevrelerden yazarlarıyla Tük Basın Tarihi’nde ayrı bir konuma sahip olur. Konferanslar çığırı Necip Fazıl Kısakürek’in kurduğu aksiyon yalnız dergilerinde aksetmez, butün yurdu gezerek verdiği konferanslar o günün gençliğini peşinden süükler. Yazdığı şiirlerle, konferanslarıyla ve kaleme aldığı yazılarla işte bu büyük fikir adamı 21. yüzyıla damgasını vurur. 1963 İlkbaharında bir davet üzerine açılan “konferans çığırı” üzerinde evvela Salihli, İzmir, bir müddet sonra Erzurum, Van, daha sonra İzmit, Bursa ve 1964 yılının ilkbaharında da Konya, Adana, Maraş ve Tarsus’ta konferanslar verir. 1964’te Büyük Doğu’nun onbirinci devresini açar. Adnan Menderes’in aziz hatırası için kaleme aldığı ve derginin birinci sayısında neşrettiği “Zeybeğin Ölümü” şiirinden dolayı takibata uğrar. tarihli Büyük Doğu Dergisi’nde dönemin Başbakanı’nın Demirel kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk defa olarak yayınlar. “İdeolocya Örgüsü” isimli eseri, “Mümin/Kafir” diyalogları ve siyasi içerikli yazıları sebebiyle suçlanır, sorgulanır ve yargılanır. Şairlerin Sultanı 1976’da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı süecek “Rapor”ları, 1978’de de Son Devre Büyük Doğu dergisini çıkarır. 26 Mayıs 1980’de Tük Edebiyat Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” ve 1982 yılında yayınlanan “Batı Tefekküü ve İslam Tasavvufu” isimli eseri münasebetiyle de “Yılın Fikir ve Sanat Adamı” seçilir. 1981 yılının başlarında, görünen yüzüyle, “içinde 20 yıl müddetle bir protoplazma halinde yaşattığı İman ve İslam Atlası isimli eserini kalıba dökebilmek için”, bir daha çıkmamak üzere evine, hatta küçücük odasına kapanır. Yeni bir parti kurmak üzere bulunan ve ileride Devlet Başkanlığı’na kadar yükselecek olan Turgut Özal’ı, arzusu üzerine sık sık odasına kabul ederek fikirler not ettirir ve tavsiyelerde bulunur. MAYIS’TA VEDA ETTİ Ömrünün son günleri, Erenköy’deki evinde aynı “küçük oda”da, yine kesinleşip infaz safhasına gelmiş ve hayli ilerlemiş yaşına ve Adli Tıp raporlarına rağmen devrin Devlet Başkanı Kenan Evren tarafından af yetkisi kullanılmayarak bir tü infaz emri verilmiştir. yıllık mahkumiyeti yüzünden her an götüülme tehdidi altında, kitapları, yazıları, notları ve birtakım halis ve gerçek dostlarıyla mahzun sohbetler içinde geçer. Ve bir gece… Onun için daima sırlarla dolu Mayıs ayında bir gece yani 25 Mayıs 1983 günü yatağından doğrulup, elâ gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa diker. Ne görüse pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdar ve “Demek böyle ölünürmüş!..” der… Necip Fazıl Kısakürek’in Vasiyeti 1- Bu vasiyet,çoluk-çoğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade,onların da içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Tük’ün ruh köküne bağlı yeni gençlik,şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes…Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek seven ve İslam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese… 2- Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim,her kelime,cümle,mısra ve topyekün ifade tarzım bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz “Allah ve Resulü;başka her şey hiç ve batıl” demekten ibarettir. 3- “Büyük Doğu Yayınları” kitabevi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali,dikkatsiz ve ciddiyetsiz,hümet ve haşyetten mahrum ve ne varsa – isterse nokta veya virgül olsun-onları reddediyor,malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu,bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlı Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir,arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslama pazarlıksız ve sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise,çoktan beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı,herbirinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir- şu cevap verilmelidir “Koca bile Allahın Resulünü öldümeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin,derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ona bu ilk davranışından ötüü sonradan dil uzatan olmuş mudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır.” Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil;sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan,yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim…Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi südümek borcu ise,mirasçılarımın ve manevi mirasçım gençliğin… Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse,tezgahını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri,nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir. 4-Beni,ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi,İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada,umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım1935 yılında,Müşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı yazı,kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak,zamanenin bize aykırı,meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Tük’ün tarih muhasebesini İslami tafekkü noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar,kalem istediler ve üstüne öz elleriyle “altın ile yazılacak yazı” hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi,bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler.. 5-Nasıl,nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah imkan aleminde en küçük pay bulundukça,biricik dileğim Ankara’da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta,Şeyhimin civarına gelen yapılsın… 6-Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum. Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa,ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum…Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna… 7-Cenazemde,namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Nede,kim olursa olsun,kadın…Ve bilhassa,ölü simsarı cinsinden imam! Ve “bid’at” belirtici hiçbirşey!…Başucumda ne nutuk,ne şamata, ne medh,ne şu,ne bu…Sadece Fatiha ve Kur’an… 8-Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak…Mevlid de istemem! Onu,uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur’an… 9-Şimdi sıra en büyük dileğimde…Müslümanlardan,Eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa,şunları istiyorum Her ferdin,herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın,benim için “Necip Fazıl’ın kazaborcuna karşılık” niyeti ile bir günlük Beş vakitnamaz kılması ve yine birgün oruç tutması… Mevtanın ardından,onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir. Her ferdin,en aşağı yüz Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi…70 bine dolması lazım…Bir de,üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri… Ölünceye dek,üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem dene olacağını,nereye,hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum. “Şey’en lillah” tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz !Yardımınızı esirgemeyiniz! 10-Allahı,Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!..Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız! 11-Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız! Türk edebiyatının en mühim şairlerinden birisi olan Necip Fazıl Kısakürek hakkında ne söylersek söyleyelim onu tam olarak izah etmiş sayılmayız. Zira Necip Fazıl Kısakürek gerek hayatı, gerek sanatçı kişiliği ve gerekse de hakkında yapılan yorumlar bakımından çok ilginç bir kişiliğe sahiptir. Necip Fazıl Kısakürek i anlamak için onu eserlerinden hareketle tanımak gerekir. Zira Necip Fazıl Kısakürek gibi şairler hayatını şiirinden hareketle yaşar ya da diğer bir ifadeyle şiiri hayatını yansıtır. Bugün Necip Fazıl Kısakürek siyasî tartışmaların merkezine çekilerek gerçek değerinin içi boşaltılıyor. Bir sanatçıyı gerçekten tanımak için onun ese3 Necip Fazıl Kısakürek, Türk Edebiyatı’nın Muhafazakarlar’ından, şair, hikaye ve piyes yazarı, gazeteci, düşünür. 26 Mayıs 1905te dünyaya geldi. Çocukluğunu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının, İstanbul Çemberlitaştaki konağında geçiren ve kayıtlı bir secereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislam Mevlâna Bektûta dayanan ve Dulkadiroğulları’na bağlı “Kısakürekler” soyunun mensubu olan Kısakürek, okuyup yazmayı henüz 5 – 6 yaşlarındayken dedesi, Mehmet Hilmi Efendiden öğrendi ve 1916 senesine kadar, Büyükderede Emin Efendi isimli, sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. İlk ve orta öğrenimini, Fransız Papaz ve Kumkapıdaki Amerikan Koleji’nde tamamlamasının ardından, Serasker Rıza Paşa Yalısı’ndaki, Askeri Deniz Lisesinde eğitimini tamamladı. Şiir yazmaya, on yedi yaşındayken, annesinin arzusuyla başlayan ve ilk şiirleri, 1922 senesinde, Ziya Gökalpin kurduğu ve Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı, Yeni Mecmuada, yayınlanan Kısakürek, Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle adını duyurdu. Lisedeki hocaları arasında, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi, İbrahim Aşkı gibi dönemin ünlü isimleri yer alan, Kısakürek, 1924’te, İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten sonra 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupa’ya okumaya gönderilecek, ilk talebe grubu için açtığı sınavda gösterği başarıyla gönderilmeye hak kazandığı Fransada, Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1925’te basılan ilk kitabı Örümcek Ağı ve 1928’de yayınlanan Kaldırımlar gibi eserleriyle, kendini çok genç yaşta, çağdaş şairlerin önüne çıkararak, edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Pariste geçirdiği dönemin ardından, Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı. 5 Ağustos 1929’da Ankaraya giden ve 9 yıl boyunca, İş Bankası’nda müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalışan Kısakürek, döndükten sonra, 1939 – 1943 seneleri arasında, bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi okullarda öğretmen olarak görev aldı. Şiirleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarında okutulan Kısakürek’in, askerliği bittikten sonra Ankara’ya dönmesinin ardından, 1932 senesinde, henüz otuz yaşına basmamışken yayımlanan ve kendisini şöhrete taşıyan, üçüncü şiir kitabı, Ben ve Ötesi, başarısının devamının geleceğinin sinyallerini vermekteydi. Şöhret basamaklarını hızla tırmanırken, felsefi arayışlarını sürdüren Kısakürek için, 1934 yılı bir dönüm noktası niteliğini taşıdı. Bohem hayatını en yoğun yaşadığı dönemde, Kısakürek’in, Beyoğlu Ağa Camiinde vaiz olan, Abdülhakim Arvasi ile tanışması, neredeyse bütün tiyatro eserlerinde karşımıza çıkan, üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu dönemin temelini oluşturdu. Büyük ilgi gören, Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri arasında, Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun hatırı sayılır oyunlarındandır. Necip Fazıl’ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar, çıka dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadele de yazarı Türk Edebiyatı’nın önemli isimleri arasına sokmuştur. 1936’da yayımlanmaya başlanan 17 sayılık, haftalık Ağaç Dergisi, dönemin ünlü edebiyatçılarının birleştiği bir okul haline geldi. Büyük Doğu Dergisinde çıkan yazılarıyla, İsmet Paşa ve tek parti döneminde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetimine karşı sürdürdüğü muhalefet sonucunda, hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istenen Kısakürek, 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ve zaman zaman çeşitli gerekçelerle, birkaç yılda bir hapis cezası almasının ardından yayımladığı, Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anılarına yer verdi. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu’nun çıkmadığı dönemlerde, günlük fıkra ve çeşitli yazıları Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman Gazeteleri’nde yayımlanan ve Büyük Doğu’da çıkan yazılarında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi imzalar altında yazılaryazan Kısakürek’in, 1962 yılından itibaren, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde verdiği konferanslar da dikkat çekti ve büyük ilgi gördü. 1980de, Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü ve Türk Edebiyatı Vakfı tarafından verilen beratla Sultan-üş Şuara ünvanını kazanan Kısakürek, 1981’de İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanının sahibi olurken, 1982’de de, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından verilen, Üstün Hizmet Ödülünü kazandı. 25 Mayıs 1983 tarihinde, İstanbul’da hayata veda eden Necip Fazıl Kısakürek, Eyüp’te toprağa verildi.

necip fazıl kısakürek hayatı sunum